konuş

listen to the pronunciation of konuş
التركية - الإنجليزية
placing, arrangement
(Askeriye) disposition, deployment
geol. location
speak

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

Frankly speaking, he is untrustworthy. - Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.

{f} spoke

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans. - Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.

{f} commune
(Tıp) conus
talk to

I want to talk to your uncle. - Amcanla konuşmak istiyorum.

Please come to talk to me. - Lütfen benimle konuşmaya gel.

{f} talk

Do not talk with your mouth full. - Ağzın doluyken konuşma.

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

commune with
spoke out
speak out

You must speak out against injustice. - Haksızlığa karşı yüksek sesle konuşmalısın.

You can speak out freely here. - Sen burada özgürce konuşabilirsin.

{f} spoken

In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans. - Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.

Which language is spoken in the U.S.A.? - ABD'de hangi diller konuşuluyor?

spoke to
speak to

She doesn't speak to me. - O benimle konuşmuyor.

May I speak to Pedro? - Pedro ile konuşabilir miyim?

spoken out
{f} tongue

Brent is an American, but he speaks Japanese as if it were his mother tongue. - Brent bir Amerikalı, ama o sanki onun ana diliymiş gibi Japonca konuşuyor.

I can speak Esperanto as if it's my mother tongue. - Esperanto'yu ana dilim gibi konuşabiliyorum.

{f} talked

They talked during the movie. - Film sırasında konuştular.

We always talked about a lot of things after school. - Biz okuldan sonra her zaman birçok şey hakkında konuştuk.

{f} talking

John was in such a hurry that he had no time for talking. - John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.

Talking in the library is not allowed. - Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.

spoken to
{f} speaking

Speaking English is not easy. - İngilizce konuşmak kolay değildir.

Frankly speaking, he is untrustworthy. - Açıkça konuşmak gerekirse, o güvenilmez biri.

discourse

In their discourse after dinner, they talked about politics. - Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.

intercede
converse

Passengers shall not converse with the driver while the bus is in motion. - Otobüs hareket halindeyken yolcular şoförle konuşmamalıdır.

I need someone with whom I can converse. - Konuşabileceğim birine ihtiyacım var.

benimle konuş
talk to me
esprili konuş
wisecrack
gizli konuş
tell confidentially
sefer konuş tabloları
(Askeri) force tabs
sürekli konuş
rabbit on
التركية - التركية
Konma işi veya biçimi
Konum
Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi
konuş onunla
Pedro Almodovar'ın bir filmi
konuş
المفضلات