Amerika veya Çin ile kıyaslandığında, Japonya küçük bir ülke.
- Verglichen mit Amerika oder China ist Japan ein kleines Land.
Onun evi küçük ve eski.
- Sein Haus war klein und alt.
Kocaman bir dünyanın ufacık bir parçasısın sen. Sadece ufacık bir nokta, belki de daha ufak ve yinede dünya sensiz boş olurdu. İyi ki varsın.
- Du bist ein ganz kleiner Teil von einer ganz großen Welt. Nur ein ganz winziger Punkt oder vielleicht auch noch weniger, und doch wäre die Welt leer ohne dich. Schön, dass es dich gibt.
Büyük sözleri bekleme, ufak bir jest yeter.
- Erwarte keine großen Worte, eine kleine Geste ist genug
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ein kleiner Waldbrand kann sich leicht ausbreiten und schnell ein großer Flächenbrand werden.
- Een klein bosbrandje kan zich makkelijk verspreiden en snel een grote vuurzee worden.
In ihrem Schlafzimmer stand ein kleiner Tisch. Und darauf stand ein kleines Fläschchen.
- In haar slaapkamer stond een tafeltje. En daarop stond een klein flesje.