kararlaştırılamaz

listen to the pronunciation of kararlaştırılamaz
التركية - الإنجليزية
indeterminable
That is incapable of being measured
That is incapable of being ascertained
impossible to find out or calculate exactly
Not determinable; impossible to be determined; not to be definitely known, ascertained, defined, or limited
unable to be determined not capable of being definitely decided or ascertained
not capable of being definitely decided or ascertained
{s} cannot be confirmed, cannot be definitely ascertained or discovered by investigation; cannot be settled, undecidable
unable to be determined
An indeterminable thing or quantity
karar
decision

He explained later how he made this decision. - Bu kararı nasıl verdiğini daha sonra açıkladı.

I made a decision to study abroad. - Yurtdışında okumaya karar verdim.

karar
{i} judgment

I made a snap judgment. - Bir gıyabi karar verdim.

I made a judgment call. - Kanaate dayalı bir karar verdim.

karar
determination

Tom has strong determination. - Tom'un güçlü bir kararlılığı var.

I admire your determination. - Kararlılığına hayranım.

karar
decision, resolution; judgement, sentence, finding, decree; stability, constancy; proper degree, reasonable degree; reasonable, decent
karar
{i} verdict

Tomorrow, the verdict for Tom will be announced. - Yarın Tom için mahkeme kararı açıklanacak.

Tom showed no reaction to the verdict. - Tom karara hiçbir tepki göstermedi.

karar
vote

Anxious for a quick decision, the chairman called for a vote. - Hızlı bir karar için endişeli olduğundan, başkan bir oy için çağrıda bulundu.

I'm not changing my vote. - Kararımı değiştirmiyorum.

karar
{i} conclusion

That's your conclusion, not mine. - O, benim değil senin kararın.

I don't agree with your conclusions. - Ben senin kararlarını onaylamıyorum.

karar
sentence

I decided to write 20 sentences a day on Tatoeba. - Tatoeba'da günde 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

I've decided to write 20 sentences on Tatoeba every day. - Her gün Tatoeba'da 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

karar
ordinance
karar
find
karar
(Kanun) claim
karar
injunction
karar
(Latin) decretum
karar
reasonable degree
karar
(Ticaret) declaration
karar
(Latin) sententia
karar
(Kanun) rule
karar
dijudication
karar
decent
karar
(Kanun) ministerial
karar
(Ticaret) agreement
karar
reasonable
karar
(Latin) judicatum
karar
constancy
karar
proper degree
karar
decision making
karar
fiat
karar
resolve

I resolved to break up with her cleanly. - Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.

He made a resolve to stop smoking. - O, sigara içmeyi bırakmak için karar verdi.

karar
darken

The jealousy is starting to darken Tom's mind. - Kıskançlık, Tom'un zihnini karartmaya başlıyor.

Suddenly, the clouds darkened the sky. - Aniden bulutlar gökyüzünü kararttı.

karar
settlement
karar
{f} darkening
karar
adjudication
karar
arbitrament
karar
become overcast
karar
{f} dim

Tom dimmed the lights. - Tom ışıkları kararttı.

They're dimming the lights. The play is about to begin. - Onlar ışıkları karartıyorlar. Oyun başlamak üzere.

karar
making decisions
karar
decided on
karar
made the decision
karar
decision to
karar
take decisions
karar
decide for
karar
in decision
karar
deciding on
karar
resolution

He made a resolution to write in his diary every day. - O her gün günlüğünü yazmaya karar verdi.

The resolution was not approved immediately. - Karar hemen onaylanmadı.

karar
decider
karar
decree
karar
judgement [Brit.]
karar
award
karar
estimate, approximation
karar
stability, predictability
karar
(Hukuk) award, decision, ruling, resolution, assessment, conclusion
karar
holding
karar
finding

I'm finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.

We're finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.

karar
proper degree, acceptable limit
karar
just right, neither too little nor too much
karar
classical Turkish mus. a return to the original mode
karar
doom
karar
darkened

At the end of April, the water of the Yellow River had darkened. - Nisan ayının sonunda, Sarı Nehrin suyu karardı.

The air was darkened by the smoke. - Hava duman tarafından karartıldı.

karar
perpetuity
karar
fixity
karar
judg(e)ment
karar
{i} judgement

Quick judgements are dangerous. - Hızlı kararlar tehlikelidir.

I have absolute confidence in your judgement. - Senin kararına mutlak güvenim var.

karar
sense

Living the kind of life that I live is senseless and depressing. - Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.

It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college. - Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.

karar
overcast
kararlaştırılamaz
المفضلات