kararla

listen to the pronunciation of kararla
التركية - الإنجليزية
(Kanun) by resolution
karar
decision

He explained later how he made this decision. - Bu kararı nasıl verdiğini daha sonra açıkladı.

My decision to study abroad surprised my parents. - Yurtdışında okuma kararım ebeveynlerimi şaşırttı.

karar
{i} judgment

I cannot render a judgment on that. - Bu konuda bir karar veremiyorum.

I made a judgment call. - Kanaate dayalı bir karar verdim.

karar
determination

It requires just a little determination. - Bu sadece biraz kararlılık gerektirir.

Tom had a look of determination on his face. - Tom'un yüzünde bir kararlılık ifadesi vardı.

karar
decision, resolution; judgement, sentence, finding, decree; stability, constancy; proper degree, reasonable degree; reasonable, decent
karar
{i} verdict

Tom felt great relief after the verdict was read. - Karar okunduktan sonra Tom büyük bir rahatlama hissetti.

Tom showed no reaction to the verdict. - Tom karara hiçbir tepki göstermedi.

karar
vote

Anxious for a quick decision, the chairman called for a vote. - Hızlı bir karar için endişeli olduğundan, başkan bir oy için çağrıda bulundu.

Tom was unable to decide who he should vote for. - Tom kime oy vermesi gerektiğine karar veremedi.

karar
{i} conclusion

Tom and Bill arrived at the conclusion independently of each other. - Tom ve Bill birbirlerinden bağımsız olarak karara vardılar.

That's your conclusion, not mine. - O, benim değil senin kararın.

karar
sentence

I've decided to write 20 sentences on Tatoeba every day. - Her gün Tatoeba'da 20 tane cümle yazmaya karar verdim.

Malcom killed Tom because he was tired of seeing his name in lots of sentences. - Malcom birçok mahkeme kararında onun adını görmekten usandığı için Tom'u öldürdü.

karar
ordinance
karar
find
karar
(Kanun) claim
karar
injunction
karar
(Latin) decretum
karar
reasonable degree
karar
(Ticaret) declaration
karar
(Latin) sententia
karar
(Kanun) rule
karar
dijudication
karar
decent
karar
(Kanun) ministerial
karar
(Ticaret) agreement
karar
reasonable
karar
(Latin) judicatum
karar
constancy
karar
proper degree
kararlamak
estimate by eye
karar
decision making
karar
fiat
karar
resolve

She resolved on going to college. - O, üniversiteye gitmeye karar verdi.

I resolved to break up with her cleanly. - Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.

karar
darken

The air was darkened by the smoke. - Hava duman tarafından karartıldı.

Suddenly, the clouds darkened the sky. - Aniden bulutlar gökyüzünü kararttı.

karar
settlement
karar
{f} darkening
karar
adjudication
karar
arbitrament
karar
become overcast
karar
{f} dim

Could you dim the lights a little? - Işıkları biraz karartır mısın?

Tom dimmed the lights. - Tom ışıkları kararttı.

karar
making decisions
karar
decided on
karar
made the decision
karar
decision to
karar
take decisions
karar
decide for
karar
in decision
karar
deciding on
karar
resolution

He made a resolution to write in his diary every day. - O her gün günlüğünü yazmaya karar verdi.

Were the sun to rise in the west, she would not change her resolution. - Güneş batıdan doğsada, o kararından vazgeçmez.

karar
decider
karar
decree
karar
judgement [Brit.]
karar
award
karar
estimate, approximation
karar
stability, predictability
karar
(Hukuk) award, decision, ruling, resolution, assessment, conclusion
karar
holding
karar
finding

We're finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağımıza karar vermeyi zor buluyoruz.

I'm finding it difficult deciding on which one to buy. - Hangisini alacağıma karar vermeyi zor buluyorum.

karar
proper degree, acceptable limit
karar
just right, neither too little nor too much
karar
classical Turkish mus. a return to the original mode
karar
doom
karar
darkened

Suddenly, the clouds darkened the sky. - Aniden bulutlar gökyüzünü kararttı.

The sky suddenly darkened yesterday afternoon. - Dün öğleden sonra gökyüzü aniden karardı.

karar
perpetuity
karar
fixity
karar
judg(e)ment
karar
{i} judgement

I have absolute confidence in your judgement. - Senin kararına mutlak güvenim var.

Quick judgements are dangerous. - Hızlı kararlar tehlikelidir.

karar
sense

It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college. - Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.

Living the kind of life that I live is senseless and depressing. - Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.

karar
overcast
kararlamak
to estimate (something) roughly
kararlamak
to estimate by eye