تعريف kalmış في التركية الإنجليزية القاموس.
- outstanding
- projecting outwards
- distinguished from others by its superiority
- {a} standing out, left unpaid
- Money that is outstanding has not yet been paid and is still owed to someone. You have to pay your outstanding bill before joining the scheme
- An uncollected or unpaid account receivable or payable or a cheque not cleared by the bank
- owed as a debt
- having a quality that thrusts itself into attention; "an outstanding fact of our time is that nations poisoned by anti semitism proved less fortunate in regard to their own freedom"; "a new theory is the most prominent feature of the book"; "salienttraits"; "a spectacular rise in prices"; "a striking thing about Picadilly Circus is the statue of Eros in the center"; "a striking resemblance between parent and child"
- unresolved; not settled or finished
- A request status indicating that the request is neither filled nor committed
- prominent or noticeable; standing out from others
- distinguished from others in excellence; "did outstanding work in human relations"; "an outstanding war record
- Outstanding means very important or obvious. The company is an outstanding example of a small business that grew into a big one
- owed as a debt; "outstanding bills"; "the amount still owed"; "undischarged debts"
- distinguished from others in excellence; "did outstanding work in human relations"; "an outstanding war record"
- Outstanding issues or problems have not yet been resolved. We still have some outstanding issues to resolve before we'll have a treaty that is ready to sign
- Standing out among others of its kind; distinguished; excellent
- of major significance or importance; "a great work of art"; "Einstein was one of the outstanding figures of the 20th century"
- kan revan içinde kalmış
- drenched in blood
- karanlıkta kalmış
- benighted
- karanlığa kalmış
- belated
- kardan mahsur kalmış
- snowbound
- etki altında kalmış
- affected
- geri kalmış bölge
- boondocks
- etki altında kalmış
- biased
- gıdasız kalmış
- undernourished
- ağzı açık kalmış
- stunned
Everybody was stunned.
- Herkesin ağzı açık kalmıştı.
- kitaba bağlı kalmış
- bookish
- kal
- {f} remain
Words fly away, the written remains.
- Söz uçar, yazı kalır.
How long will you remain in London?
- Londra'da ne kadar kalacaksın?
- elde kalmış
- (Ticaret) undisposed
- evde kalmış (kız)
- spinster
- geç kalmış
- behindhand
- geç kalmış
- lated
- kendi kendine kalmış
- on his own
- kimsesiz ve çaresiz kalmış
- high and dry
- sana kalmış
- up to you
- sana kalmış
- (Konuşma Dili) it's up to you
- soluk soluğa kalmış
- breathless
- yoksun kalmış
- bereft of
- kal
- devolve
- kal
- hover over
- kal
- {f} stay
We stayed overnight in Hakone.
- Bir geceliğine Hakone'de kaldık.
I can't stay here forever.
- Sonsuza dek burada kalamam.
- kal
- {f} staying
A man named George was staying at a hotel.
- George adında bir adam bir otelde kalıyordu.
I should study now, but I prefer staying on Tatoeba.
- Şimdi çalışmalıyım ama Tatoeba'da kalmayı tercih ediyorum.
- kal
- {f} remaining
The reason both brothers gave for remaining bachelors was that they couldn't support both airplanes and a wife.
- Her iki erkek kardeşin bekar kalmak için ileri sürdüğü neden onların hem uçaklara hem de bir eşe bakamayacaklarıydı.
The door remaining locked up from inside, he could not enter the house.
- Kapı içeriden kilitli kaldığı için, o, eve giremedi.
- evde kalmış
- stayed at home
- maruz kalmış
- exposed
- şaşa kalmış. sükuta mecbur olmuş. susmu
- remains to be surprised. been forced into silence. susmu
- adamsız kalmış
- unmanned
- ahı gitmiş vahı kalmış
- clapped out
- akşamdan kalma/kalmış
- having a hangover
- allah'a kalmış
- big with fate
- arada kalmış kimse
- piggy in the middle
- aynı kalmış
- unvaried
- ayrı kalmış
- out on a limb
- ağzı açık kalmış
- floored
- ağzı açık kalmış
- open mouthed
- ağzı açık kalmış
- agape
- ağzı açık kalmış
- fascinated
- cezasız kalmış
- unpunished
- cezasız kalmış
- unrequited
- eksik kalmış
- unconsummate
- elde kalmış
- unsold
- elde kalmış
- undisposed of
- etki altında kalmış
- biassed
- etki altında kalmış
- colored
- etki altında kalmış
- prejudiced
- etki altında kalmış
- coloured [Brit.]
- evde kalmış gibi
- spinsterly
- evde kalmış gibi
- spinsterish
- evde kalmış kız
- spinster
- evde kalmış kız
- old maid
- evde kalmış olmak (kadın)
- be on the shelf
- fırtınadan mahsur kalmış
- stormbound
- geri kalmış
- underdeveloped
- geri kalmış
- backward
The backwardness of that country is well known.
- O ülkenin geri kalmışlığı iyi bilinir.
She is backward in expressing her opinion.
- O, fikrini ifade etmede geri kalmış.
- geri kalmış
- slow
My watch is five minutes slow.
- Saatim beş dakika geri kalmış.
Will you please adjust the clock? It's slow.
- Lütfen saati ayarlar mısınız. Geri kalmış.
- geri kalmış bölge
- backwoods
- geri kalmış herif
- subman
- geri kalmış yöreler
- back country
- geç kalmış
- tardy
- geç kalmış
- overdue
Tom's car's overdue for a service.
- Tom'un arabası bir hizmet için geç kalmış.
- geç kalmış
- belated
Wishing you a belated Happy Birthday.
- Sana geç kalmış mutlu bir doğum günü diliyorum.
- hasret kalmış
- sighed for
- havada kalmış
- up in the air
- hayran kalmış
- awestricken
- hayran kalmış
- awestruck
- hayretler içinde kalmış
- wonder struck
- hizmet dışı kalmış
- disabled
- iki cami arasında kalmış beynamaz/binamaz
- (someone) who doesn't know which alternative to choose, (someone) who doesn't know which of two choices to make
- iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek
- to be torn between two choices, to be in limbo
- işi kadere kalmış
- big with fate
- kal
- word, talk
- kal
- snub
- kal
- remains
Words fly away, the written remains.
- Söz uçar, yazı kalır.
He remains loyal to his principles.
- O, prensiplerine sadık kalıyor.
- küçücük kalmış parça
- stump
- limanda mahsur kalmış
- weather bound
- merakta kalmış
- worried
- miras kalmış olan
- patrimonial
- mirasla kalmış
- inherited
- nefes nefese kalmış
- blown up
- nefes nefese kalmış
- puffed
- nefes nefese kalmış olmak
- be winded
- soluk soluğa kalmış
- wind-broken
- sıkışıp kalmış
- bottled up
- takdirinize kalmış
- in your discretion
- takip dışı kalmış
- (Tıp) lost to follow-up
- temiz kalmış
- clean-living
- ter içinde kalmış
- bathed in perspiration
- yarım kalmış
- uncompleted
- yarım kalmış
- unfinished
I hate unfinished business.
- Yarım kalmış işten nefret ederim.
Tom doesn't like to leave anything unfinished.
- Tom bir şeyi yarım kalmış bırakmayı sevmiyor.
- yarım kalmış işler
- backlog
- yarım kalmış çalışma
- torso
- yemeğe geç kalmış
- late for dinner
- yetim kalmış
- orphaned
Tom and Mary rescued an orphaned kitten.
- Tom ve Mary yetim kalmış yavru bir kediyi kurtardı.
- yolda kalmış
- stranded
- çakılıp kalmış
- grounded
- öksüz kalmış
- orphaned
- şansa kalmış
- dicey
- şaşırıp kalmış
- baffled
Tom is still baffled.
- Tom hâlâ şaşırıp kalmıştı.
- şaşırıp kalmış
- agape