Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside.
- Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.
The countryside has many trees.
- Kırsalda birçok ağaç vardır.
They lived in the countryside during the war.
- Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.
The horse broke its neck when it fell.
- Düşen at boynunu kırdı.
By whom was this window broken?
- Bu pencere kim tarafından kırıldı?
I broke my wrist when I fell on it.
- Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
I knew I'd broken my wrist the moment I fell.
- Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
She is responsible for this broken window.
- Bu kırık pencereden o sorumludur.
This window has been broken for a month.
- Bu pencere bir aydır kırıktır.
That boy often breaks our windows with a ball.
- Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.
Art breaks the monotony of our life.
- Sanat hayatın monotonluğu kırar.
She forgave me for breaking her mirror.
- Aynasını kırdığım için beni bağışladı.
I must apologize to you for breaking the vase.
- Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Plastic does not break easily.
- Plastik kolayca kırılmaz.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Everyone has a breaking point.
- Herkesin bir kırılma noktası var.
Everyone has their breaking point.
- Herkesin kırılma noktası var.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't.
- Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.
Gray goes well with red.
- Gri, kırmızı ile iyi gider.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.