kırıl

listen to the pronunciation of kırıl
التركية - الإنجليزية
refract
To change direction as a result of entering a different medium
To cause (light) to change direction as a result of entering a different medium

A prism can refract light.

{v} to break the course of rays
to bend or turn from a direct course
To bend sharply and abruptly back; to break off
To break the natural course of, as rays of light orr heat, when passing from one transparent medium to another of different density; to cause to deviate from a direct course by an action distinct from reflection; as, a dense medium refrcts the rays of light as they pass into it from a rare medium
To cause (light) to change direction as a result of entering a diffrent medium
Bend or slant rays of light
To bend or change direction
{f} cause energy or light waves to bend as they pass from one medium into a second medium in which the energy travels at a different speed
determine the refracting power of (a lens)
subject to refraction; "refract a light beam"
To change direction
When a ray of light or a sound wave refracts or is refracted, the path it follows bends at a particular point, for example when it enters water or glass. As we age the lenses of the eyes thicken, and thus refract light differently. surfaces that cause the light to reflect and refract. + refraction re·frac·tion the refraction of the light on the dancing waves. if glass or water refracts light, the light changes direction when it passes through the glass or water (past participle of refringere , from frangere )
determine the refracting power of (a lens) subject to refraction; "refract a light beam
To cause a change in direction of a ray of light so that it appears to bend
When light bends at an interface between two transparent materials We find many things in our everyday experience refracting light: glass, water, air, plastic The illusion of a broken leg dangling in the pool is due to the refraction of light See also index of refraction
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kır
field

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

kır
countryside

The countryside has many trees. - Kırsalda birçok ağaç vardır.

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

The horse broke its neck when it fell. - Düşen at boynunu kırdı.

kır
{i} fell

I broke my wrist when I fell on it. - Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.

I knew I'd broken my wrist the moment I fell. - Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.

kır
blot
kır
wild

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
the country

We spent a quiet day in the country. - Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

kır
the wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

kır
slopes
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

kır
{f} break

She breaks a dish every time she washes dishes. - O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.

That boy often breaks our windows with a ball. - Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.

kır
{f} breaking

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

I had no difficulty breaking the lock. - Kilidi kırmakta zorlanmadım.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Gray goes well with red. - Gri, kırmızı ile iyi gider.

Tom was wearing a gray suit and a red tie. - Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
التركية - التركية

تعريف kırıl في التركية التركية القاموس.

Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kırıl
المفضلات