His smug behavior is offensive.
- Onun kendini beğenmiş tavırları kırıcı.
His smug behavior is offensive.
- Onun kendini beğenmiş davranışı kırıcıdır.
Don't use harsh language.
- Kırıcı bir dil kullanmayın.
Tom wrote a scathing review of Mary's book.
- Tom, Mary'nin kitabı ile ilgili kırıcı bir eleştiri yazdı.
Don't be unkind to your friends.
- Arkadaşlarınıza karşı kırıcı olmayın.
Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
Cattle were grazing in the field.
- Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
The countryside has many trees.
- Kırsalda birçok ağaç vardır.
The countryside is beautiful in the spring.
- Kırsal İlkbaharda güzeldir.
The answer was discouraging.
- Cevap cesaret kırıcıydı.
It was so discouraging.
- Çok cesaret kırıcıydı.
He broke his leg skiing.
- Kayak yaparken bacağını kırdı.
Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him.
- Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.
She fell down and broke her left leg.
- Düştü ve sol bacağını kırdı.
I broke my wrist when I fell on it.
- Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
That would be terribly disappointing.
- Bu son derece umut kırıcı olurdu.
This is really heartbreaking.
- Bu gerçekten kalp kırıcı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
These wild flowers give off a nice smell.
- Bu kır çiçeklerinden hoş bir koku yayılıyor.
We spent a quiet day in the country.
- Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
She is responsible for this broken window.
- Bu kırık pencereden o sorumludur.
He got a broken jaw and lost some teeth.
- Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.
The last straw breaks the camel's back.
- Devenin belini kıran son saman çöpü.
But love can break your heart.
- Ama aşk kalbinizi kırabilir.
I must apologize to you for breaking the vase.
- Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.
She forgave me for breaking her mirror.
- Aynasını kırdığım için beni bağışladı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
That gray-haired man is Tom's father.
- O kır saçlı adam Tom'un babası.
Gray goes well with red.
- Gri, kırmızı ile iyi gider.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.