küçüklük

listen to the pronunciation of küçüklük
التركية - الإنجليزية
smallness, littleness
shortness
pettiness, meanness, small-mindedness
littleness
pettiness
smallness, littleness; childhood; pettiness, indignity, meanness
childhood
smallness
indignity
diminutiveness
nonage
{i} infancy
küçük
little

He is sailing a little boat on the water. - O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.

My little brother is watching television. - Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.

küçük
(Hukuk) small

He lived in a small town nearby. - Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.

Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users. - Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.

küçüklük, horluk
small, contemptuous of
küçük
slight

The slightest mistake may lead to a fatal disaster. - En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.

I don't have the slightest idea. - En küçük bir fikrim yok.

küçük
kid

Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil. - Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.

My kid brother is twelve. - Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.

küçük
mini

My DVD collection is absolutely miniscule. - Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.

küçük
{s} trivial
küçük
{i} child

According to the CRC, all people under 18 are considered to be children. - ÇHS'ye göre, 18 yaşından küçük tüm insanlar çocuk olarak kabul edilir.

Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil. - Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.

küçük
baby

An old man entered the old church with his elder son, his younger daughter and her little baby. - Yaşlı bir adam, büyük oğlu, küçük kızı ve küçük bebeği ile eski kiliseye girdi.

This little baby tore up a 10 dollar bill. - Bu küçük bebek on dolarlık bir banknot yırttı.

küçük
young

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

My younger brother is watching TV. - Küçük erkek kardeşim TV izliyor.

küçük
peanut

The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box. - Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.

küçük
(Matematik) immeasurably small
küçük
tiny

He came from a tiny mountain town. - Küçük bir dağ kasabasından geldi.

Our world is only a tiny part of the universe. - Dünyamız evrenin sadece küçük bir parçasıdır.

küçük
undersize
küçük
menial
küçük
(Tıp) minimus
küçük
boxy
küçük
(Tıp) mini-
küçük
piccolo
küçük
wee

I'd like to take a small trip this weekend. - Bu hafta sonu küçük bir gezi yapmak istiyorum.

My youngest sister has piano lessons twice weekly. - Küçük kız kardeşimin haftada iki kez piyano dersleri var.

küçük
dinkey
küçük
lil (little)
küçük
weenie
küçük
small-time
küçük
frugal
küçük
piffling
küçük
weensy
küçük
exiguous
küçük
incidental
küçük
insignificant
küçük
minor

I was given a minor share of my father's wealth. - Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.

Because you're a minor, you can't enter. - Giremezsin, çünkü sen bir küçüksün.

küçük
skimpy
küçük
petty

I was involved in a petty argument. - Ben küçük bir tartışmaya karıştım.

I'm sick and tired of all the petty squabbling among politicians. - Politikacılar arasındaki tüm küçük çekişmelerden bıktım.

küçük
scrubby
küçük
piddling
küçük
junior

He is haughty to his juniors. - Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.

She is five years junior to me. - O benden beş yıl daha küçük.

küçük
dinky
küçük
petit
küçük
puisne
küçük
compact

I want a compact car with an air conditioner. - Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.

I'd like to rent a compact car. - Küçük bir araba kiralamak istiyorum.

küçük
diminutive
küçük
small for
küçük
thumbnails
küçük
smaller

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

Küçük
(Tıp) parvus
küçük
miniature, small-scale
küçük
paltry
küçük
infra
küçük
petty, minor, low-ranking
küçük
younger

He is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

My younger brother is watching TV. - Küçük erkek kardeşim TV izliyor.

küçük
minuscule
küçük
nano

An ångström is smaller than a nanometer. - Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.

küçük
undersized
küçük
not healthy
küçük
petty, small, small-minded
küçük
little; small; young, little; petty, insignificant, piddling; child, kid
küçük
little, small
küçük
remote

The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia. - Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.

küçük
infant

Mary has three infants. - Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.

The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants. - Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.

küçük
bantam
küçük
petite, dainty. K
küçük
micro
küçük
trifling
küçük
fiddling
küçük
niggardly
küçük
poky
küçük
inconsiderable
küçük
snug
küçük
one-horse

Tom grew up in a one-horse town. - Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.

Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke. - Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.

küçük
petite
küçük
tiddly
küçük
young, little
küçük
jerkwater
küçük
cairn terrier
küçük
atomlike
küçük
toy

She got me a tiny toy. - O, bana küçük bir oyuncak aldı.

My brother bought me a small toy. - Erkek kardeşim bana küçük bir oyuncak satın aldı.

küçük
fine

I'm fine. It's just a little cut. - Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.

küçük
picayune
küçük
one horse
küçük
midget
küçük
isle
küçük
piddle
küçük
dinky,dinkey
küçük
elfin
yaşça küçüklük
nonage
التركية - التركية
İnsana yakışmayacak, insanın değerini azaltacak davranış
Küçük olma durumu. İnsana yakışmayacak, insanın değerini azaltacak davranış
Küçük olma durumu
Küçük
fıcık
Küçük
(Hukuk) MİNOR
Küçük
MiNi
küçük
Çocuk
küçük
Niceliği az olan
küçük
Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan kimse
küçük
Değersiz, önemsiz
küçük
Daha az yaşlı
küçük
Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı
küçük
Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamış olan
küçük
Kısık, parlak olmayan
küçük
Küçük abdest
küçük
Niteliği aşağı olan, bayağı
küçük
Kısık, parlak olmayan(ses): "Küçük, tatlı bir sesle kovboy şarkıları söyledi."- R. H. Karay
küçük
Niceliği az olan: "Kimseden en küçük bir alaka görmüyordum."- S. F. Abasıyanık
küçük
Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan kimse: "Küçüğü tümen kumandanı idi."- F. R. Atay
küçük
Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı: "Bir aralık başımın üstünde kartaldan küçük, atmacadan büyük yırtıcı kuşlardan birinin döndüğünü gördüm."- M. Ş. Esendal
küçük
Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamış olan: "Düşüncesi bu noktaya gelince birdenbire Azize'nin küçük kızını hatırladı."- H. E. Adıvar. Çocuklara yapılan bir seslenme sözü
küçük
Geri aşamada
küçük
Değersiz, önemsiz: "Bu iyi temiz, sıhhatli, küçük insanların uykusu bambaşka bir şey."- S. F. Abasıyanık
küçük
Daha az yaşlı: "Ortanca ve küçük ablalar ... beni, arabanın beklediği sokağa indirdiler."- R. N. Güntekin
الإنجليزية - التركية
smallness, littleness
childhood
pettiness, meanness, small-mindedness
küçüklük
المفضلات