kötüleşmekte

listen to the pronunciation of kötüleşmekte
التركية - الإنجليزية
on the down grade
kötü
wicked

Don't do wicked things. - Kötü şeyler yapmayın.

Murder is a wicked crime. - Cinayet kötü bir suçtur.

kötü
poor

He has poor eyesight. - Onun görme kabiliyeti kötü.

The rice crop is poor this year. - Pirinç hasatı bu yıl kötü.

kötü
evil

Money is the root of all evil. - Para tüm kötülüklerin anasıdır.

The Twitter bird is evil. - Twitter kuşu kötüdür.

kötü
bad

Don't say bad things about others. - Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.

I've got a bad stomachache. - Kötü bir karın ağrım var.

kötü
nasty

His brother was nasty to me. - Onun kardeşi bana göre kötüydü.

Tom gave Mary a nasty look. - Tom Mary'ye kötü bir görünüm verdi.

kötü
worse

Shylock is greedy, and what is worse, very stingy. - Shylock aç gözlü, ve daha kötüsü,çok pintidir.

You should consult a doctor if the symptoms get worse. - Belirtiler daha da kötüleşiyorsa bir doktora danışmalısın.

kötü
haunted
kötü
lousy

My uncle is a lousy driver. - Amcam kötü bir sürücü.

Adil is very good at studying, but when it comes to athletics, he's a bit lousy. - Adil çalışmada çok iyidir fakat atletizme geldiğinde, o biraz kötüdür.

kötü
miserable

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

kötü
frightful
kötü
dissolute
kötü
evildoer

He is an evildoer, are you aware of that? - O bir kötülük eden bir kimse, bunun farkında mısın?

kötü
angrily; malevolently; maliciously
kötü
perverted
kötü
fatal
kötü
gross
kötü
baneful
kötü
dreadfull
kötü
eviler
kötü
(Konuşma Dili) really (used as an intensifier): Kötü acıyor. It really hurts
kötü
evilest
kötü
bleak

My prognosis is bleak. - Benim prognozum kötü.

kötü
not good
kötü
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

kötü
adverse
kötü
poorly

The lubrication system was poorly designed. - Yağlama sistemi kötü dizayn edilmişti.

I speak French very poorly. - Çok kötü bir şekilde Fransızca konuşuyorum.

kötü
{s} horrible

This medicine tastes horrible. - Bu ilacın tadı çok kötü.

You're not a horrible person. - Sen kötü bir insan değilsin.

kötü
{s} dark

Beth is afraid of the dark because of her evil brother. - Beth kötü erkek kardeşinden dolayı karanlıktan korkuyor.

It grew dark, and what was worse, we lost our way. - Hava karardı, ve daha da kötüsü, yolumuzu kaybettik.

kötü
sorry

I'm sorry that I said such mean things about you and Tom. - Sen ve Tom hakkında böylesine kötü şeyler söylediğime üzgünüm.

You called me at bad time. Sorry, I'm busy. - Kötü bir zamanda beni aradın. Üzgünüm, meşgulüm.

kötü
crummy
kötü
{s} rough

Tom had a rough day at work. - Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.

kötü
{s} malign

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

kötü
hedge
kötü
{s} dreadful
kötü
beastly
kötü
wretched
kötü
sticky
kötü
(Felsefe) wrong

We got off on the wrong foot. - Kötü bir başlangıç yaptık.

Don't cry. There's nothing wrong. - Ağlama. Kötü bir şey yok.

kötü
transgressive
kötü
reprobate
kötü
unwell

Sami was feeling unwell. - Sami kendini kötü hissediyordu.

kötü
unfortunate

Unfortunately, my teachers are not the worst ones. - Maalesef öğretmenlerim en kötüleri değil.

Unfortunately, I have bad news. - Ne yazık ki kötü haberim var.

kötü
unfavourable
kötü
wrongful
kötü
(Argo) wack
kötü
bitter

I had a bad cough, so I took the bitter medicine. - Kötü bir öksürüğüm vardı, bu yüzden acı reçete aldım.

kötü
worthless
kötü
corrupt

Money was corrupting Tom. - Para Tom'u kötü yola sürüklüyordu.

We hate our wicked and corrupt leaders! - Biz kötü ve yolsuz liderlerimizden nefret ediyoruz!

kötü
(Tıp) mis-
kötü
vice

An army is a nation within a nation; it is one of the vices of our age. - Ordu, devlet içinde bir devlettir, çağımızın kötülüklerinden biridir.

I have vices, but gambling isn't one of them. - Benim kötü alışkanlıklarım var fakat kumar onlardan biri değil.

kötü
(deyim) go hard with
kötü
(deyim) go hard for
kötü
awful

You look awful. What happened? - Çok kötü görünüyorsun. Ne oldu?

Last summer was awful. - Geçen yaz çok kötüydü.

kötü
pernicious
kötü
nice

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

He is very nice. He never speaks ill of others. - O çok kibardır. Başkalarının hakkında asla kötü konuşmaz.

kötü
unrighteous
kötü
sinister
kötü
maleficent
kötü
ill

Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas. - Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.

He is always complaining of ill treatment. - O her zaman kötü muameleden şikayetçi.

kötü
sinful
kötü
iniquitous
kötü
hopeless
kötü
amiss
kötü
malignant

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

kötü
hateful
kötü
poisonous

Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas. - Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.

kötü
unwholesome
kötü
seamy
kötü
rotten

One rotten apple spoils the barrel. - Bir kötünün bin iyiye zararı var.

kötü
deep
kötü
foul

There was a strange, foul-smelling brown liquid in the waste basket. - Çöp sepetinde garip, kötü kokulu kahverengi bir sıvı vardı.

That foul odor is coming from the river. - O kötü koku nehirden geliyor.

kötü
{s} purple
kötü
be bad
kötü
the evil

He held forth for more than an hour on the evils of nuclear power. - O, nükleer enerjini kötülükleri üzerine bir saatten daha fazla nutuk çekti.

She told me about the evils of stealing. - O bana çalmanın kötülüklerinden bahsetti.

kötü
poor to
kötü
bad to
kötü
the worse
kötü
obnoxious
kötü
hellish
kötü
grotty
kötü
dread
kötü
offensive

Nigger is an offensive word. - Zenci kötü bir kelimedir.

kötü
fierce
kötü
miscreant
kötü
evil, wicked
kötü
bad, evil, nasty, foul
kötü
nefarious
kötü
chintzy
kötü
indifferent
kötü
mis

He is not ashamed of his misconduct. - Görevini kötüye kullanmaktan çekinmez.

Tom speaks French so badly that he is often misunderstood. - Tom Fransızcayı o kadar kötü konuşuyor ki çoğunlukla yanlış anlaşılıyor.

kötü
worthless, poor in quality
kötü
black

I don’t believe that black cats cause bad luck. - Kara kedilerin kötü şans getirdiklerine inanmıyorum.

Some people believe that black cats bring bad luck. - Bazı insanlar siyah kedilerin kötü şans getirdiklerine inanırlar.

kötü
off

He is badly off, because his book doesn't sell well. - O oldukça kötü, çünkü kitabı iyi satmıyor.

This gas gives off a bad smell. - Bu gaz kötü bir koku verir.

kötü
feeble
kötü
horrid
kötü
harmful
kötü
devilish
kötü
heinous
kötü
sardonic
kötü
currish
kötü
flyblown
kötü
{s} ugly

Your English doesn't sound ugly. - İngilizcen kötü görünmüyor.

Tom thought the watch Mary had given him was ugly. - Tom Mary'nin ona verdiği saatin kötü olduğunu düşündü.

kötü
shabby
kötü
iniqultous
kötü
ropy
kötü
{s} portentous
kötü
{s} vicious

Sami was a vicious malicious salesman. - Sami kötü niyetli bir satıcıydı.

kötü
{s} stinking

This fish is stinking. - Bu balık kötü kokuyor.

kötü
crook
kötü
rank
kötü
mark

At worst, I will get an average mark. - En kötü ihtimalle, ortalama bir puan alacağım.

kötü
disagreeable
kötü
ungodly
kötü
{i} abuse

The dictator abused his privileges to his heart's content. - Diktatör ayrıcalıklarını istediği kadar kötüye kullandı.

I tried to give him some advice, but he just abused me violently. - Ben ona biraz nasihat vermeye çalıştım fakat o bana şiddetle kötü davrandı.

kötü
{s} unhallowed
kötü
execrable
التركية - التركية

تعريف kötüleşmekte في التركية التركية القاموس.

kötü
Zararlı, tehlikeli
kötü
Korku, endişe veren: "Yabancının bu kötü kasdına yalnız azmimizle karşı koyduk."- R. E. Ünaydın
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan. İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan. İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse). İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan (nesne), fena, iyi karşıtı
kötü
Hoşa gitmeyen
kötü
Kaba ve kırıcı: "Kızına söylemedik kötü lakırtı bırakmamış."- M. Ş. Esendal
kötü
Aşırı, çok
Kötü
(Hukuk) MALUS
Kötü
(Osmanlı Dönemi) FENA
Kötü
berbat
kötü
İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse)
kötü
Az, yetersiz
kötü
Kaba ve kırıcı
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena, iyi karşıtı
kötü
Korku, endişe veren
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan
kötü
İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan
kötü
İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötüleşmekte
المفضلات