iyileşmek

listen to the pronunciation of iyileşmek
التركية - الإنجليزية
get better

I want to get better at tennis. - Teniste iyileşmek istiyorum.

I want to get better at chess. - Satrançta iyileşmek istiyorum.

recover

Most of Tom's friends know that he's a recovering alcoholic. - Tom'un arkadaşlarının çoğu onun iyileşmekte olan bir alkolik olduğunu biliyor.

Will it take long to recover? - İyileşmek uzun zaman alacak mı?

come to
improve
pick up
convalesce
get well

You can't rely on medicine alone if you want to get well. - İyileşmek istiyorsan yalnız tıpa güvenemezsin.

If you want to get well, you need to keep taking this medicine. - Eğer iyileşmek istiyorsan bu ilacı almayı sürdürmelisin.

to get better; to improve, to better; to recover, to convalesce, to recuperate, to heal, to mend, to rally
do better
amend
come through
mend
heal up
heal

It takes time to heal from a divorce. - Bir boşanmadan iyileşmek zaman alır.

meliorate
rally
heal over
cicatrize
pull round
come along
pull through
ameliorate
perk oneself up
to recover (from illness)
perk oneself
to get better, improve
rise
look
{f} recuperate
get over an illness
ground
better

I still miss my ex-wife, but my aim is getting better. - Eski karımı hâlâ özlüyorum ama benim amacım iyileşmek.

We have to get better. - Biz iyileşmek zorundayız.

reform
bounce back
get over
get on
thrive
{f} recruit
return to health
be recovered from
iyileşme
(Hukuk) recovery

My wishes for your father's rapid recovery. - Babanızın çabuk iyileşmesi için isteklerim.

There is little hope of her recovery. - Onun çok az iyileşme umudu vardır.

iyi
decent

Tom couldn't find a decent job in Boston, so he moved to Chicago. - Tom Boston'da iyi bir iş bulamadı, bu yüzden Şikago'ya taşındı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

My mom doesn't speak English very well. - Annem İngilizce'yi çok iyi konuşamaz.

Copper conducts electricity well. - Bakır elektriği iyi iletir.

iyi
{s} good

Good evening, how are you? - İyi akşamlar, nasılsın?

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

İyileşmek
get better

I want to get better at tennis. - Teniste iyileşmek istiyorum.

I want to get better at guitar. - Ben gitarda iyileşmek istiyorum.

iyi
fine

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

Are you OK? I'm fine! - “İyi misin?” “Ben iyiyim!”

iyi
{s} kind

She was kind enough to give me good advice. - Bana iyi bir tavsiye verecek kadar nazikti.

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

iyi
{s} just

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

iyi
all right

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
{s} alright

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

Don't worry, mom. I'll be alright! - Merak etme, anne. Ben iyi olacağım!

iyi
comfortable

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

iyi
OK
iyileşme
recruitment
iyi
decently
iyi
great

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

The growth of online shopping and booking has greatly improved life for the consumers. - Online alışveriş ve rezervasyonun büyümesi tüketiciler için hayatı oldukça iyileştirdi.

iyi
{i} B
iyileşme
cure
hasta iyileşmek
be on the mend
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

A laptop is better than a desktop. - Bir dizüstü, bir masaüstünden daha iyidir.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

Lincoln was not well-known. - Lincoln iyi tanınmıyordu.

In my opinion, a well-designed website shouldn't require horizontal scrolling. - Bence, iyi tasarlanmış bir web sitesi yatay kaydırma gerektirmemeli.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

I am happy about your good luck. - Ben senin iyi şansın hakkında mutluyum.

iyi
likely

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

Tom said that he thought the economy was likely to get better. - Tom ekonominin muhtemelen iyileşeceğini düşündüğünü söyledi.

iyileşme
(Politika, Siyaset) advance
iyileşme
get well

I want you to get well. - İyileşmeni istiyorum.

Tom prayed for Mary to get well. - Tom Mary'nin iyileşmesi için dua etti.

iyileşme
heal

The wound has not yet healed. - Yara henüz iyileşmedi.

The wound is not yet healed. - Yara henüz iyileşmedi.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

Cheer up! Everything will soon be all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

Tom can dance fairly well, can't he? - Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?

iyi
o.k
iyi
nice

There's a nice Thai restaurant near here. - Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var.

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

iyi
pretty

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

Tom is pretty good at playing piano by ear. - Tom notasız piano çalmada oldukça iyidir.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyileşme
betterment
iyileşme
recuperation
iyileşme
upturn
iyileşme
melioration
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyileşme
healing

This herbal ointment relieves pain and promotes healing. - Bu bitkisel merhem ağrıyı hafifletir ve iyileşmesini destekler.

The healing can now begin. - Artık iyileşme başlayabilir.

iyileşme
getting better

I still miss my ex-wife, but my aim is getting better. - Eski karımı hâlâ özlüyorum ama benim amacım iyileşmek.

Although the life of Chinese people is getting better and better now, there is still room for improvement. - Çin halkının yaşamı şimdi gittikçe iyileşmesine rağmen, gelişme için hâlâ bir neden vardır.

iyileşme
convalescence
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

That sounds too good to be true. - O gerçek olamayacak kadar iyi görünüyor.

iyi
okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

Are you okay? You look really sad. - İyi misin? Gerçekten üzgün görünüyorsun.

iyi
OK, OK
iyi
agree

The climate here doesn't agree with me. - Buradaki iklim bana iyi gelmiyor.

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

iyi
bonzer
iyi
whole

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
iyileşme
upswing
iyileşme
amelioration
iyileşme
progress, recovery
iyileşme
(yara) cicatrization
iyileşme
improvement, getting better
iyileşme
convalescent

This food is perfect for a convalescent. - Bu yiyecek iyileşme için idealdir.

iyileşme
improvement

He stopped smoking for the improvement of his health. - Sağlığının iyileşmesi için sigara içmeyi bıraktı.

I'm doubly disappointed on the lack of improvement from my team. - Takımımdan iyileşme eksikliği konusunda iki kat fazla hayal kırıklığına uğradım.

iyileşme
recovery, getting well
iyileşme
progress
terleyerek iyileşmek
sweat out
yara iyileşmek
(wound) to heal
التركية - التركية
İyi duruma gelmek
Hastalıktan kurtulmak, sağlığı yerine gelmek, salah bulmak: "İyileşmek için en küçük bir gayret göstermiyorsun."- N. Cumalı
Hastalıktan kurtulmak, sağlığı yerine gelmek, salâh bulmak
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
iyileşme
İyileşmek işi
İyi
(Hukuk) BONUS
İyileşmek
kapanmak
iyileşmek
المفضلات