iyi!

listen to the pronunciation of iyi!
التركية - الإنجليزية
(deyim) that's it
decent

Tom couldn't find a decent job in Boston, so he moved to Chicago. - Tom Boston'da iyi bir iş bulamadı, bu yüzden Şikago'ya taşındı.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Copper conducts electricity well. - Bakır elektriği iyi iletir.

{s} good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

fine

Fine, thank you. And you? - İyiyim, teşekkürler. Ya siz?

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

{s} kind

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

She was kind enough to give me good advice. - Bana iyi bir tavsiye verecek kadar nazikti.

{s} just

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

all right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

{s} alright

Is everything alright here? - Burada her şey iyi mi?

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

comfortable

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

OK
decently
great

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

{i} B
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

to the good
better

A laptop is better than a desktop. - Bir dizüstü, bir masaüstünden daha iyidir.

Nakido is better than Twitter. - Nakido, Twitter'dan daha iyidir.

benevolent
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

nicely

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

(Konuşma Dili) copacetic
passable
kindly
cool

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

When the tempura I make cools down, it immediately loses its crispiness and doesn't taste very good. - Yaptığım tempura soğuduğunda, o derhal gevrekliğini kaybeder ve tadı iyi olmaz.

(Argo) keen
beneficent
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

(Konuşma Dili) up to the mark
well-

Hoover was well-known to Americans. - Hoover, Amerikalılar için iyi tanınmış biriydi.

Benjamin Harrison's campaign was well-organized. - Benjamin Harrison'un kampanyası iyi organize edilmişti.

prolificness
(Konuşma Dili) bully for you
{s} happy

I decided to be happy because it's good for my health. - Mutlu olmaya karar verdim çünkü sağlığım için iyi.

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

likely

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

If you eat well, you're likely to live longer. - İyi beslenirseniz muhtemelen daha uzun yaşarsınız.

in good health, well. İ
right

Cheer up! Everything will soon be all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

goodish
bonny
{s} fair

He speaks English fairly well. - O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.

Tom is a fairly decent golfer. - Tom oldukça iyi bir golfçüdür.

o.k
nice

The table in that room is very nice. - Şu odadaki masa çok iyi.

She's a really nice girl. - O gerçekten iyi bir kız.

pretty

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

Tom can speak French pretty well. - Tom Fransızcayı oldukça iyi konuşabilir.

up to scratch
salubrious
is good
good to
a well
gratifying
agreeable
well enough

John isn't well enough to go to school today. - John, bugün okula gitmek için yeteri kadar iyi değildir.

She is now well enough to work. - O, şimdi çalışmak için yeterince iyidir.

plentiful, abundant
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

That sounds too good to be true. - O gerçek olamayacak kadar iyi görünüyor.

okay

Everything will be okay. I promise. - Her şeyin iyi olacağına söz veriyorum.

Tom did okay on the test. - Tom sınavda iyi yaptı.

OK, OK
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

dandy
handsome

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

He is handsome. In addition, he is good at sport. - O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.

bonzer
whole

As a whole, the plan seems to be good. - Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.

On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time. - İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.

vintage
enviable
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

{f} luxuriate
التركية - التركية
Bol, yararlı, kazançlı
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
Yeterli, yetecek miktarda olan
istenilen nitelikleri taşıyan
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
Yerinde, uygun
Esen, sağlıklı
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
iyi!
المفضلات