inandırmak

listen to the pronunciation of inandırmak
التركية - الإنجليزية
{f} convince
persuade
assure
make believe

Jane liked to make believe she was a teacher. - Jane bir öğretmen olduğuna inandırmaktan hoşlanırdı.

assure smb. that
wash
satisfy
(Hukuk) to convince
talk smb. into smth
to convince (someone) that (something) is true, convince (someone) of (something), get (someone) to believe (something), cause (someone) to believe (something); to make (someone) believe (something)
to persuade, to convince
assure somebody that
sell somebody on
get round
(deyim) make sure
sell
lead on
lead
sell smb. on
inan
belief

He had strong religious beliefs. - Onun güçlü dini inançları vardı.

My belief is that you are right. - Senin haklı olduğun inancındayım.

inan
trust

I don't trust his story. - Ben onun hikayesine inanmıyorum.

I like him, but at the same time I don't really trust him. - Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.

inan
faith

Unlike his sister, he has retained the religious faith his parents brought him up in. - Kız kardeşinin aksine, o, ebeveynlerinin ona verdiği dini inancı korudu.

Tom certainly believes Mary is faithful. - Tom kesinlikle Mary'nin sadık olduğuna inanıyor.

inan
swear by
inan
reliance
inan
{f} believing

A fault common to scientists is mistakenly believing that every problem has a technical solution. - Bilim adamlarına göre yaygın bir hata her problemin teknik bir çözümü var olduğuna yanlışlıkla inanmaktır.

Tom had trouble believing that Mary would actually want to go out with him. - Tom'un Mary'nin gerçekten onunla birlikte çıkmak isteyeceğine inanma sorunu vardı.

inan
come to believe
inan
{f} believed

It is believed that whales have their own language. - Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.

In my childhood, I believed in Santa Claus. - Çocukluğumda Noel Baba'ya inandım.

inan
believe in

It was stupid of you to believe in him. - Ona inanmakla aptallık ettin.

It is stupid of you to believe in him. - Ona inanman aptallıktır.

inan
{f} credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

inan
{f} crediting
inan
believe

There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them. - Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.

Even people who don't believe in the Catholic church venerate the Pope as a symbolic leader. - Katolik kilisesine inanmayan insanlar bile Papa'ya sembolik bir lider olarak saygı duyuyorlar.

inandırma
{i} convincing
inandırma
{i} assuring
inan
accredited
inan
credited
inan
accredit
birine bir şeyi inandırmak
assure smb. of smth
dığına inandırmak
assure smb. that
inan
belief; faith, trust, reliance
inan
faith, belief
inan
belief, something believed. (...)
inan
tenet
inandırma
persuasion
التركية - التركية
İnanmasını sağlamak
İnanmasını sağlamak: "Hepsini inandırabiliyordu buna; çünkü hepsi de buna inanmak için can atıyordu."- T. Buğra
inan
İnanmak işi
inan
Bir kimseye, bir şeye bütün varlığıyla inanma
inan
inanma, güvenme
inan
Bir kimse veya şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme, iman, itikat
inandırma
İnandırmak işi
İNAN
(Osmanlı Dönemi) Dizgin
İNAN
(Osmanlı Dönemi) İdare etme, yürütme