in use or existing

listen to the pronunciation of in use or existing
الإنجليزية - التركية

تعريف in use or existing في الإنجليزية التركية القاموس.

living
{s} canlı

Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum. - I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.

O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da. - It's a living being, so of course it shits.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam. - I can't spend the rest of my life living with Tom.

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Londra'da yaşayan bir arkadaşım var. - I have a friend living in London.

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

living
geçinme

Onlar geçinmeyi zor buldu. - They found it difficult to earn a living.

Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu. - Tom found it hard to make a living as a street musician.

living
sağ

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor. - He earns his living by teaching English.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi. - I think that our living together has influenced your habits.

Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum. - I like living with you.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

living
{i} yaşam tarzı

Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi. - My grandmother never changed her style of living.

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
الإنجليزية - الإنجليزية
living
in use or existing

    التركية النطق

    în yus ır îgzîstîng

    النطق

    /ən ˈyo͞os ər əgˈzəstəɴɢ/ /ɪn ˈjuːs ɜr ɪɡˈzɪstɪŋ/
المفضلات