ilişkili

listen to the pronunciation of ilişkili
التركية - الإنجليزية
(Hukuk) relevant

How is this relevant? - Bu nasıl ilişkilidir?

The time has come to debate the most relevant matters. - En ilişkili konuları tartışmak için zaman geldi.

related

In Russian, the words for caress, endearment and least weasel are homonymous and possibly related etymologically. - Rusçada okşamak, sevgi ile bayağı gelincik sözcükleri eşsesli ve muhtemelen etimolojik olarak ilişkilidirler.

Welsh, Cornish and Breton are all closely related. - Galce, Kornişce ve Bretonca'nın hepsi yakından ilişkilidir.

involved

He usually was not involved directly. - Genellikle doğrudan ilişkili değildi.

I know what's involved. - Neyin ilişkili olduğunu biliyorum.

related to, connected with
in touch with, in contact with; (someone) who has dealings with
interrelated
connected, related
connected

There was no proof that Fadil was connected to Layla's disappearance. - Fadıl'ın Leyla'nın ortadan kaybolmasıyla ilişkili olduğuyla ilgili hiç kanıt yoktu.

associative
concerned
relating
attendant
associated with
germaneness
to be related
(İnşaat) related to

The amount of paper produced by a country is closely related to its cultural standards. - Bir ülke tarafından üretilen kağıt miktarı onun kültürel standartlarıyla yakından ilişkilidir.

A cucumber is related to a watermelon. - Salatalık, karpuzla ilişkilidir.

ilişki
relation

That country broke off diplomatic relations with the United States. - O ülke, Amerika Birleşik Devletleri ile diplomatik ilişkileri kesti.

I don't know anything about their relationship. - Onların ilişkisi hakkında bir şey bilmiyorum.

ilişki
relationship

I don't know anything about their relationship. - Onların ilişkisi hakkında bir şey bilmiyorum.

As much as 90 percent of happiness comes from elements such as attitude, life control and relationships. - Mutluluğun yüzde 90 kadarı tutum, yaşam kontrolü ve ilişkiler gibi unsurlardan geliyor.

ilişki
connection

We have a special connection. - Bizim özel bir ilişkimiz var.

Mary has a strong connection with nature. - Mary'nin doğa ile güçlü bir ilişkisi vardır.

ilişkili olmak
intercommunicate
ilişkili olmak
correlate
ilişkili olmak
be connected with
ilişkili şey
correlate
ilişki
{i} daughter

Sami has had an incestuous relationship with his daughter. - Sami'nin kendi kızı ile ensest ilişkisi vardı.

ilişki
{i} association

The association between trolls and bridges has a long history which marches on to this day in English pop culture. - İngiliz popüler kültüründeki trol-köprü ilişkisinin günümüze kadar ulaşan uzun bir tarihi vardır.

Would it be better if numbers were completely arbitrary and had no emotional associations? - Sayılar tamamen rastgele seçilmiş olsa ve duygusal ilişkileri olmasa daha iyi olur mu?

ilişki
{i} involvement
ilişki
concerned
ilişki
{i} affair

Hope, not fear, is the creative principle in human affairs. - Korku değil, umut insan ilişkilerinde yaratıcı ilkedir.

It was a one-sided love affair. - O tek-taraflı bir aşk ilişkisiydi.

ilişki
{i} reference
ilişki
{i} noose
ilişki
{i} affinity
ilişki
{i} relevance
birbiriyle ilişkili
interrelated
ilişki
liaison
ilişki
dependence
ilişki
link

The dream of world war may be linked to a linear religion. - Dünya savaşı hayali, doğrusal bir dinle ilişkilendirilebilir.

ilişki
bearing
ilişki
intercourse

When did you last have sexual intercourse? - En son ne zaman cinsel ilişkiye girdiniz?

Mary did not climax when she and Tom had their first sexual intercourse. - O ve Tom ilk cinsel ilişkilerine girdiğinde Mary orgasm olmadı.

ilişki
correlation

William has discovered a correlation between the location of Mayan cities and the position of stars in constellations. - William Maya kentlerinin konumu ve takımyıldızlarındaki yıldızların konumu arasında bir ilişki keşfetti.

No correlation was found. - Hiçbir ilişki bulunmadı.

ilişki
affiliation

I have no affiliation with your university. - Senin üniversitenle hiçbir ilişkim yok.

ilişkili ol
{f} correlated
ilişkili ol
correlate with
ilişki
correlate

I used to correlate love with sex. - Eskiden sevgi ile cinselliği ilişkilendirirdim.

ilişki
relation , association
ilişki
it
ilişki
interrelation
ilişki
dealing

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

Did Tom ever have any dealings with Mary? - Tom'un Mary ile hiç herhangi bir ilişkisi oldu mu?

ilişki
gallantry
ilişki
connexion
ilişki
contact, communication
ilişki
commerce
ilişki
relation; connection, contact; intercourse
ilişki
sexual intercourse

According to a study conducted by the Parenthood Foundation, the percentage of young people having unprotected sexual intercourse is on the rise. - Ebeveynlik Vakfı tarafından yapılan bir araştırmaya göre, korunmasız cinsel ilişkiye giren gençlerin yüzdesi artıyor.

Mary did not bleed in her first sexual intercourse with Tom. - Mary'nin Tom'la olan ilk cinsel ilişkisinde kanama olmadı.

ilişki
affaire
ilişki
copulation
ilişki
contact

Tom has secretly been contacting Mary. - Tom Mary ile gizlice ilişki kuruyor.

ilişki
bond
ilişki
relation, connection; relationship
ilişki
(Hukuk) contact, relation, relationship
ilişki
dealings

You had dealings with a crook. - Bir dolandırıcı ile ilişkin vardı.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

ilişki
{i} truck
ilişki
footing
ilişki
{i} rapport

We have a good rapport. - Bizim iyi bir ilişkimiz var.

ilişki
{i} regard

What do you have to say with regard to this problem? - Bu soruna ilişkin ne söylemek zorundasın?

As regards the matter, I know nothing. - Konuya ilişkin hiçbir şey bilmiyorum.

ilişki
{i} relevancy
ilişkili ol
interrelate
İlişki
assocation
التركية - التركية
İlişkisi olan
İlgili olarak
ilişki
Bağlantı, temas
ilişki
İki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas: "Arkadaşlık ve dostluk şeklinde bile bir ilişki aramadığını kesinlikle anlatacaktı."- H. E. Adıvar
ilişki
İki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas
ilişki
nerbut
İlişki
takanak
ilişkili
المفضلات