i̇çten

listen to the pronunciation of i̇çten
التركية - الإنجليزية

تعريف i̇çten في التركية الإنجليزية القاموس.

içten
candid
içten
sincere

I sincerely hope it won't come to that. - Ona ulaşmayacağını içtenlikle umut ediyorum.

We sincerely apologize for our error. - Hatamız için içtenlikle özür dileriz.

interior

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

{s} domestic

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

inner

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

{s} internal

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

içten
frank
içten
heartfelt

Please accept my heartfelt apology. - Lütfen içten özrümü kabul et.

Peter sent heartfelt wishes to his parents. - Peter anne ve babasına içten dileklerini iletti.

içten
gut
içten
genuine
içten
hearty

I offer you my hearty congratulations. - Size içten tebriklerimi sunarım.

On behalf of the company, I would like to express our hearty thanks to you all. - Şirket adına, hepinize içten teşekkürlerimi sunmak isterim.

içten
sincere, candid, frank, outspoken, openhearted, friendly, affable; true, unaffected, cordial, warm, heartfelt, hearty, devout; from within, from the inside
içten
cordial

They greeted each other cordially. - Birbirlerini içtenlikle selamladılar.

içten
heart to heart
içten
truly

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

içten
sincerely, unfeignedly
içten
deep

Tom looked deep into Mary's eyes. - Tom Mary'nin gözlerine içten baktı.

He looked deeply into her eyes. - Onun gözlerine son derece içten baktı.

içten
interior
içten
deeply

He looked deeply into her eyes. - Onun gözlerine son derece içten baktı.

I love him more deeply than any other man. - Ben onu herhangi başka adamdan daha içten seviyorum.

içten
true

True beauty comes from within. - Gerçek güzellik içten gelir.

içten
honest to god
içten
internally
içten
earnest
içten
sincerely

We sincerely apologize for our error. - Hatamız için içtenlikle özür dileriz.

I sincerely hope it won't come to that. - Ona ulaşmayacağını içtenlikle umut ediyorum.

içten
bona fide
içten
forthright
içten
bluff
içten
hail fellow well met
içten
inwardly
içten
childlike
içten
honest

I honestly think it's better to be a failure at something you love than to be a success at something you hate. - Nefret ettiğin bir şeyde başarılı olmaktansa sevdiğin bir şeyde başarısız olmanın daha iyi olduğunu içtenlikle düşünüyorum.

içten
faithful
içten
kindly
içten
heart whole
içten
familiar

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

içten
sincere, heartfelt, unfeigned
içten
from within: Onları içten yıkacağız. We are going to destroy them from within
içten
devout
{i} inside

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
içten gelen
spontaneous
içten
{s} internal

Internal combustion engines burn a mixture of fuel and air. - İçten yanmalı motorlar, yakıt ve hava karışımını yakarlar.

en içten dileklerimle
best wishes
interrior
içten
profoundly
içten gelen
cheerful
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

The doctor used X-rays to examine my stomach. - Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.

indoor

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

içten
outright
içten
(deyim) from the bottom of one's heart
içten
expansive
içten
chummy
içten
outspoken
içten
kind

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

içten
from the inside
{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

Do you have alcohol-free drinks? - Alkolsüz içecekleriniz var mı ?

quaff
{f} drinking

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

drank

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

içten
authentic
içten
warm

Thank you for your warm words. - İçten sözleriniz için teşekkür ederim.

This family gave me a warm welcome. - Bu aile bana nezaket ve içtenlikle karşıladı.

içten
inly
içten
inboard
içten
affable
içten
free
içten
artless
içten
friendly
içten
unreserved
içten
openhearted
içten
heart-to-heart
içten
on the level
içten
simple
içten gelen
heartfelt
stuffing
bowels
en içten dileklerimle
sincerely
içten
heartiest
içten
internality
içten
heartedly
içten gelme
spontaneity
içten olmak
to be sincere
içten pazarlıklı
Evil-intentioned, malevolent
en içten duygularımla
with all my heart
en içten tebriklerimle
heartiest congratulations
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She doesn't drink enough breast milk. - O yeterince anne sütü içmiyor.

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içten
honest to goodness
içten
{s} unfeigned
içten
earnest(1)
içten
{s} undesigning
içten
{s} ingenuous
içten
true hearted
içten
heartwarming
içten
{s} open
içten
willing
içten
open armed
içten
sidesplitting
içten
{s} unaffected
içten
whole hearted
içten
wholehearted
içten
open hearted
içten
{s} truthful
içten düğmeli bir tür palto
chesterfield
içten evlilik
endogamy
içten gelen
sincere
içten gelme
spontaneousness
içten içe
inwardly, secretly
içten içe
sneaking
içten içe
sneaky
içten içe güdülen
silent
içten içe kaynamak
simmer
içten içe kaynatmak
simmer
içten içe olmak
smolder
içten içe olmak
smoulder
içten içe ölçü
in to in
içten olmayan
set
içten olmayan
hollow hearted
içten pazarlıklı
sneaky, stealthy
içten pazarlıklı
sneaky and two-faced
içten pazarlıklı kimse
dissembler
içten teşekkürler
hearty thanks
içten yanma
spontaneous combustion
içten yanmalı
internal combustion+
içten yanmalı motor
internal combustion engine
içten özür
heartfelt apology
kaba saba ama içten
rough and ready
التركية - التركية
derinden
içten
Samimi
içten
En önemli, can alıcı noktadan
içten
Yürekten, candan, samimi davranarak: "Yumuşak ve içten sürdürdü konuşmasını."- T. Buğra
içten
Yürekten, candan, samimî (davranarak)
içten pazarlıklı
Gizli niyetini açıklamayan

Onun sinsi, içinden pazarlıklı, hatta hilekâr bir adam olduğunu daima düşünürdüm.- A. İlhan.

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
içten evlilik
bakınız: iç evlilik
içten içe
Gizli gizli, belli etmeden
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR