işten

listen to the pronunciation of işten
التركية - الإنجليزية
firings
job cuts
{i} occupation

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

business

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

işten çıkarma
{i} dismissal

The manager threatened him with dismissal. - Müdür onu işten çıkarma ile tehdit etti.

job

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

work

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

işten çıkarma
severance

How much severance pay will we have to pay Tom? - Tom'a ne kadar işten çıkarma tazminatı ödemek zorunda kalacağız?

işten kovmak
dismiss
işten çıkarmak
fire
işten çıkarılmış
redundant
işten atmak
kick out
işten alıkoymak, oyalamak
from work to detain, to amuse
işten atma
bounce
işten atmak
Sack, give the sack, fire
işten ayrılmak
to quit
işten izin almak
to take time off from work
işten kaytaran kimse
passenger
işten çıkartma
removal from work
işten (bile) değil!
(Konuşma Dili) It's very easy
işten alıkoymak
to interrupt (someone) at his work
işten anlamak
to be an expert
işten anlamak
to know what one is doing, know one's business
işten artmaz, dişten artar
(Atasözü) You save money not by making more but by spending less
işten atma
kiss off
işten atmak
give the sack
işten atmak
give smb. the push
işten atmak
to fire, dismiss
işten atmak
give smb. the chuck
işten atmak
to give sb the push, to sack, to fire, to boot sb out (of sth)
işten atılma
sack
işten atılmak
to get the push, to get the sack
işten atılmak
be fired
işten cıkarmak
bounce
işten el çektirmek
to remove (someone) from office
işten erken gelmek
keep early hours
işten kaçmak
to goldbrick, to skive (off)
işten konuşma
shoptalk
işten konuşmak
talk shop
işten kovma
ax
işten kovma
axe
işten kovma
firing

The boss considered firing Tom, but decided against it. - Patron Tom'u işten kovmayı düşündü fakat bunun aleyhinde karar verdi.

işten kovmak
fire

I'll have to fire you if you come late so often. - Bu kadar sık geç gelirsen, seni işten kovmak zorunda kalacağım.

işten kovmak
to fire, to give the sack
işten kovmak
discharge
işten kovmak
axe
işten kovulmak
to get the sack, to get the push
işten kovulmak
be fired
işten çıkarma
firing
işten çıkarma
gate
işten çıkarma
decapitation
işten çıkarma
discharge
işten çıkarma bildirimi
dismissal notice
işten çıkarma tazminatı
golden handshake
işten çıkarma tazminatı
redundancy pay
işten çıkarmak
to dismiss, to sack
işten çıkarmak
decapitate
işten çıkarmak
discharge
işten çıkarmak
lay off
işten çıkarmak
dismiss
işten çıkarılma kağıdı
walking ticket
işten çıkarılma kağıdı
walking papers
işten çıkarılmak
get the gate
işten çıkarılmak
to get the boot, to get the sack, to be dismissed
işten çıkarılmak
get it in the neck
işten çıkmak
a) to give up working, to resign b) to clock out
İş işten geçti
It's too late
işten geçmek
to be too late to do anything
işten geçti
the die is cast
işten geçtikten sonra akıl verme
wiser after the event
affair

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

{i} cause

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

{i} shop

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

toplu işten çıkarma
lockout
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

Memory is an essential function of our brain. - Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.

{i} show

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

izinli işten ayrılma
(Ticaret) leave
working

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign. - Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

line

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

In England, Labor Day is in May. - İngiltere'de işçi bayramı mayıstadır.

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

errand

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

project

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

workings
(Ticaret) engagement
işten ayrılmak
(Konuşma Dili) hang up one's boots
işten çıkarma
laying off
trade

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

commission
operation

The two main operations in calculus are the integral and the derivative. - İntegral ve türev, kalkülüs'te iki ana işlemdir.

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

situation

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

transaction

I must close this transaction within a week. - Bu işlemi bir hafta içinde kapatmalıyım.

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

matter

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işten çıkarma
conge
işten çıkarma
layoff
işten çıkarmak
discharge from employment
işten çıkmak
clock out
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işten çıkarma
lay-off
İşten çıkarmak
give the axe
deli olmak işten
(bile) değil. It drives one crazy
deli olmak işten değil
it drives one crazy
geçici işten çıkarılma
lay off
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Tom did a professional job. - Tom profesyonel bir iş çıkardı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

things to do

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

The handyman was supposed to arrive at twelve noon, but got stuck in a traffic jam for a few hours. - İşçinin öğle on ikide gelmesi bekleniyordu fakat birkaç saattir bir trafik sıkışıklığında sıkıştı.

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işten çıkarmak
give smb. the gate
işten çıkarmak
make redundant
işten çıkarmak
{f} bounce
personel fazlası nedeniyle işten atmak
make smb redundant
sen işten korkma, iş senden korksun
(Atasözü) Don't waste time thinking how hard a job is; just set to and try to get it done
süre vermeden işten atma
summary dismissal
toplu olarak işten çıkarmak
lock out
التركية - التركية

تعريف işten في التركية التركية القاموس.

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
bir işten hariç olmak
O işin içinde olmamak
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işten çıkarma
azl
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB