içten

listen to the pronunciation of içten
التركية - الإنجليزية
candid
sincere

I sincerely hope that you will soon recover from your illness. - İçtenlikle umuyorum ki yakında hastalığından iyileşeceksin.

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

frank
heartfelt

Please accept my heartfelt apology. - Lütfen içten özrümü kabul et.

Peter sent heartfelt wishes to his parents. - Peter anne ve babasına içten dileklerini iletti.

gut
genuine
hearty

I offer you my hearty congratulations. - Size içten tebriklerimi sunarım.

They gave us a hearty welcome when we arrived. - Vardığımızda bizi içten karşıladılar.

sincere, candid, frank, outspoken, openhearted, friendly, affable; true, unaffected, cordial, warm, heartfelt, hearty, devout; from within, from the inside
cordial

They greeted each other cordially. - Birbirlerini içtenlikle selamladılar.

heart to heart
truly

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

sincerely, unfeignedly
deep

He looked deeply into her eyes. - Onun gözlerine son derece içten baktı.

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

interior
deeply

I love him more deeply than any other man. - Ben onu herhangi başka adamdan daha içten seviyorum.

She bowed deeply to me. - O beni içten selamladı.

true

True beauty comes from within. - Gerçek güzellik içten gelir.

honest to god
internally
earnest
sincerely

I sincerely hope not. - Ben içtenlikle ummuyorum.

We sincerely apologize for our error. - Hatamız için içtenlikle özür dileriz.

bona fide
forthright
bluff
hail fellow well met
inwardly
childlike
honest

I honestly think it's better to be a failure at something you love than to be a success at something you hate. - Nefret ettiğin bir şeyde başarılı olmaktansa sevdiğin bir şeyde başarısız olmanın daha iyi olduğunu içtenlikle düşünüyorum.

faithful
kindly
heart whole
familiar

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

sincere, heartfelt, unfeigned
from within: Onları içten yıkacağız. We are going to destroy them from within
devout
{s} internal

Internal combustion engines burn a mixture of fuel and air. - İçten yanmalı motorlar, yakıt ve hava karışımını yakarlar.

profoundly
outright
(deyim) from the bottom of one's heart
expansive
chummy
outspoken
kind

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

from the inside
authentic
warm

Thank you for your warm words. - İçten sözleriniz için teşekkür ederim.

This family gave me a warm welcome. - Bu aile bana nezaket ve içtenlikle karşıladı.

inly
inboard
affable
free
artless
friendly
unreserved
openhearted
heart-to-heart
on the level
simple
heartiest
internality
heartedly
honest to goodness
{s} unfeigned
earnest(1)
{s} undesigning
{s} ingenuous
true hearted
heartwarming
{s} open
willing
open armed
sidesplitting
interior

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

{s} domestic

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

inner

Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet. - Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

içten gelen
spontaneous
içten gelen
cheerful
içten gelen
heartfelt
içten gelme
spontaneity
içten olmak
to be sincere
içten pazarlıklı
Evil-intentioned, malevolent
içten düğmeli bir tür palto
chesterfield
içten evlilik
endogamy
içten gelen
sincere
içten gelme
spontaneousness
içten içe
inwardly, secretly
içten içe
sneaking
içten içe
sneaky
içten içe güdülen
silent
içten içe kaynamak
simmer
içten içe kaynatmak
simmer
içten içe olmak
smolder
içten içe olmak
smoulder
içten içe ölçü
in to in
içten olmayan
set
içten olmayan
hollow hearted
içten pazarlıklı
sneaky, stealthy
içten pazarlıklı
sneaky and two-faced
içten pazarlıklı kimse
dissembler
içten teşekkürler
hearty thanks
içten yanma
spontaneous combustion
içten yanmalı
internal combustion+
içten yanmalı motor
internal combustion engine
içten özür
heartfelt apology
{i} inside

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

intrinsic
en içten dileklerimle
best wishes
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

indoor

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

It was raining hard, so we played indoors. - O kadar çok yağmur yağıyordu ki içerde oynadık.

içten içe
secretly

Tom is secretly in love with Mary. - Tom Mary'ye içten içe âşık.

I've been secretly in love with her for years. - Yıllardır içten içe ona âşığım.

{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

quaff
{f} drinking

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
en içten dileklerimle
sincerely
en içten duygularımla
with all my heart
en içten tebriklerimle
heartiest congratulations
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

It prevented a civil war. - Bu bir iç savaş engelledi.

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içten içe
sneakingly
kaba saba ama içten
rough and ready
التركية - التركية
Samimi
En önemli, can alıcı noktadan
Yürekten, candan, samimi davranarak: "Yumuşak ve içten sürdürdü konuşmasını."- T. Buğra
Yürekten, candan, samimî (davranarak)
içten pazarlıklı
Gizli niyetini açıklamayan

Onun sinsi, içinden pazarlıklı, hatta hilekâr bir adam olduğunu daima düşünürdüm.- A. İlhan.

içten evlilik
bakınız: iç evlilik
içten içe
Gizli gizli, belli etmeden
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Şayet bir şeyi anlamıyorsanız, onun muhtevasının farkında olmamanızdandır. - Eğer bir şeyi anlamıyorsanız, onun içeriğinin farkında olmamanızdandır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
İçten
derinden
içten
المفضلات