içe

listen to the pronunciation of içe
التركية - الإنجليزية
chevrons
plural of , chevron
third-person singular of chevron
içe dönük
withdrawn
içe doğru
inward
interior

You've done a wonderful job on the interior decoration. - İç dekorasyon üzerine harika bir iş yaptın.

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

{s} domestic

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

inner

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

We dissected a frog to examine its internal organs. - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

içe dönük kimse
introvert

Do introverts have shorter lives than extroverts? - İçe dönük kimselerin dışa dönük kimselerden daha kısa ömürleri mi var?

içe yönelik
(Pisikoloji, Ruhbilim) intrinsic
içe aktarmak
(Bilgisayar) Import: "Do you want this software to import settings from other browsers?"
içe dert olan şey
The thing to worry about smoking
içe dönük
introverted

ben genelde içe dönük bir kişiyim.

Tom is quite introverted. - Tom oldukça içe dönük.

I don't think I'm introverted. - İçe dönük olduğumu sanmıyorum.

içe sinmek
Be content about something, be satisfied
içe akan
inpouring
içe doğma
foreboding
içe doğru
inland
içe doğru
inwards
içe doğru büyümüş
ingrown
içe dönük
involute
içe dönüklük
introversion
içe girme
penetration
içe işleyen
profound
içe işleyen
cutting
içe işleyen
penetrating
içe işleyen
penetrative
içe işleyen
mordant
içe katlanmış
turned in
içe kıvrık
involute
içe kıvrık ayak başparmağı
hammertoe
içe kıvrılma
involution
içe oturan söz
stinger
içe sokulmayan bluz
overblouse
içe yönelik
autistic
içe yönelik turizm
(Turizm) inbound tourism
içe yöneliklik
autism
içe çökük
receding
{i} inside

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

intrinsic
interrior
içe koymak
nest
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içe
(Bilgisayar) nested
iç-içe
(Jeoloji) concentric
içe dönük
(Pisikoloji, Ruhbilim) introvert

Do introverts have shorter lives than extroverts? - İçe dönük kimselerin dışa dönük kimselerden daha kısa ömürleri mi var?

Tom is quite introverted. - Tom oldukça içe dönük.

{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

quaff
{f} drinking

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
içe
one within the other
içe geçme masa takımı
set of nesting tables
içe geçmiş
Entwined; entwined together
içe girmek
to enter the nest
içe dönük
inward-looking
İçe dönük
intrapersonal
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

It prevented a civil war. - Bu bir iç savaş engelledi.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She is embarrassed to breastfeed in public. - O, halk içinde emzirmeye utanıyor.

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içe geçen
telescopic
içe geçen şeyler
nest
içe geçmek
telescope
içe sokma
pipelining
içe yazma
slur
içten içe
inwardly, secretly
içten içe
sneaking
içten içe
sneaky
içten içe güdülen
silent
içten içe kaynamak
simmer
içten içe kaynatmak
simmer
içten içe olmak
smolder
içten içe olmak
smoulder
içten içe ölçü
in to in
karnını içe çekmek
keep in
uçları içe kıvırın lütfen
please curl the ends inward
التركية - التركية

تعريف içe في التركية التركية القاموس.

İçe yönelimlilik
Hümanistlerin, herkeste bulunduğuna ve içsel olarak insanları gelişime ve iyileşmeye yönlendirdiğine inandığı bir güç
içe bakış
Deneğin bilincinde olanları izleyerek ruh süreçlerin özellik ve nitelikleri hakkında bilgi vermesi durumu
içe dönük
Gerginlik ve çatışma durumlarında kendi içine kapanarak başkalarından kaçan (kimse)
içe dönüklük
Kişinin dikkat ve ilgisinin, dış çevreden çok, öncelikle kendi duygu ve yaşantıları üzerinde toplanması durumu
içe kapanık
Dış dünyaya karşı ilgi ve ilişkisi güçsüz, içine kapanık (kimse)
içe kapanıklık
İçe kapanık olma durumu
içe yöneliklik
Gerçeklerden kaçınarak hayal olaylara bağlılığı geliştirme ve düşünceleri, daha çok dileklerin yönetmesine bırakmak durumu, otizm
içe
Biri ötekinin içinde veya birine ötekinden geçilen: "Zincirlerin ucunda da bir saçaklı süs, iç içe birkaç halka..."- Ç. Altan
içe
Birbirinin içinde, karışık bir durumda, birbirine çok yakın: "İç içe sarı, kızıl, mor ve dumanlı dağlar."- H. E. Adıvar
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
içe
Biri ötekinin içinde veya birine ötekinden geçilen
içe
Birbirinin içinde, karışık bir durumda, birbirine çok yakın
içe dönük
introvert
içten içe
Gizli gizli, belli etmeden
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
الإنجليزية - التركية

تعريف içe في الإنجليزية التركية القاموس.

içe
Öne within the other
içe
المفضلات