hoşun

listen to the pronunciation of hoşun
التركية - الإنجليزية
like the
hoş
handsome
hoş
fine

He has a fine library of books on art. - Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.

If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me. - Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.

hoş
nice

These are two nice pictures. - Bunlar iki hoş resimdir.

I saw a red car and a white one. The red one was nicer looking than the white one. - Bir kırmızı araba ve bir beyaz olanı gördüm.Kırmızı olan beyaz olandan daha hoş görünüyordu.

hoş
pleasant

Meeting my old friend was very pleasant. - Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu.

You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much. - Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.

hoş
pretty

A pretty waitress waited on us. - Hoş bir garson bize hizmet etti.

How pretty she looks in her new dress! - Yeni elbisesinin içinde ne kadar hoş duruyor.

hoş
beautiful

He likes the most beautiful flower. - O en güzel çiçekten hoşlanır.

It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge. - Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.

hoş
nicely
hoş
delectable
hoş
{s} enjoyable

He thanked his host for a most enjoyable party. - O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.

hoş
{s} nifty
hoş
slick
hoş
prettily
hoş
cheerful
hoş
nevertheless
hoş
likable

I think I'm a likable guy. - Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.

hoş
cute

What are some cute hairstyles for girls? - Kızlar için bazı hoş saç stilleri nelerdir?

Even without makeup, she's very cute. - Makyajsızken bile çok hoş.

hoş
inviting
hoş
however

Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him. - Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.

Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not. - Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.

hoş
appealing
hoş
still

I still don't like you. - Hâlâ senden hoşlanmıyorum.

I still like to do that sometimes. - Bazen onu yapmak hâlâ hoşuma gidiyor.

hoş
rosy
hoş
dilly
hoş
soft
hoş
civilized
hoş
yet

I'm not satisfied yet. - Henüz hoşnut değilim.

I don't know Tom well enough to dislike him yet. - Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum

hoş
agreeable

I'm feeling very agreeable. - Ben çok hoş hissediyorum.

The secretary gave me an agreeable smile. - Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.

hoş
dulcet
hoş
savoury
hoş
genial
hoş
gracious
hoş
sugary
hoş
musical
hoş
melodic
hoş
lovely

You're such a lovely audience. - Siz çok hoş bir seyircisiniz.

I had a lovely night. - Hoş bir gece geçirdim.

hoş
dolce
hoş
fair

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

I'm fairly certain that Tom won't like that. - Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.

hoş
desirable
hoş
stunning
hoş
charming
hoş
nicety
hoş
piquant
hoş
debonair
hoş
delightful

Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent. - Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.

It is delightful to be praised by an expert in the field. - Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.

hoş
mellow
hoş
attractive
hoş
sweet

This sweet-scented roses I give to you. - Bu hoş kokulu gülleri sana veriyorum.

Alice is wearing a sweet-smelling perfume. - Alice hoş kokulu bir parfüm kullanıyor.

hoş
graceful
hoş
grand

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

Grandma likes watching TV. - Büyükanne televizyon izlemekten hoşlanır.

hoş
amusing
hoş
gorgeous
hoş
palatable
hoş
refreshing
hoş
winsome
hoş
comely
hoş
decent

Behave decently, as if you're a well-cultured man. - Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.

He is a very decent fellow. - O, çok hoşgörülü bir adamdır.

hoş
prepossessing
hoş
likeable
hoş
nicer

Visiting people is nicer than being visited. - İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.

I like both Susan and Betty, but I think Susan is the nicer. - Susan ve Betty severim ama Susan'ın daha hoş olduğunu düşünüyorum.

hoş
{s} smooth
hoş
pleasing to
hoş
pleasant, nice, agreeable, pleasing, genial
hoş
fragrant
hoş
quaint, charmingly unconventional
hoş
affable
hoş
anyway, anyhow: Hoş, bunu biliyordum. I knew this anyway
hoş
even if: Hoş, param da olsa almazdım. Even if I had the money I wouldn't buy it
hoş
(used with bir) strange, odd, peculiar: O şarkıyı duyunca Durmuş'un yüzü bir hoş oldu. When he heard that song Durmuş got an odd look on his face. Midem bir hoş. My stomach feels funny. Avni'nin söylediklerine hiç aldırma; kafası bir hoştur. Don't pay any attention to what Avni says; he's touched in the head
hoş
pretty, lovely, pleasant, charming, nice, cute, genial, appealing, delightful, pleasing, agreeable; enjoyable, pleasurable; nicely; still, however, yet, nevertheless, even, well
hoş
canny
hoş
debonaire
hoş
sweetly
hoş
congenial
hoş
bonny
hoş
well

I don't know Tom well enough to dislike him yet. - Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum

He likes mountaineering and knows the mountains of Japan quite well. - O, dağcılıktan hoşlanır ve Japonya'nın dağlarını oldukça iyi bilir.

hoş
delicious

We thoroughly enjoyed the delicious meal. - Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.

hoş
clean cut
hoş
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

hoş
spicy

Tom doesn't enjoy eating spicy food. - Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.

hoş
{s} pleasurable
hoş
{s} pleasing

Is it pleasing to you? - Bu senin için hoş mu?

The art of pleasing is the art of deception. - Hoşa gitme sanatı, aldatma sanatıdır.

hoş
gemütlich
hoş
subtile
hoş
toothsome
hoş
{s} smart

She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary. - Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.

hoş
jocose
hoş
{s} kindly

I don't take kindly to pushiness or impatience. - Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.

hoş
{s} suave
hoş
catchy
hoş
{s} sapid
hoş
{s} tuneful
hoş
{s} subtle

Her exotic perfume has a subtle scent. - Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.

hoş
{s} lovable
hoş
{s} winning
hoş
{s} jolly
hoş
bonney
hoş
sightly
hoş
{s} kind

Mary is the kind of woman I like. - Mary hoşlandığım kadın türüdür.

Tom asked Mary what kind of movies she liked. - Tom Mary'ye ne tür filmlerden hoşlandığını sordu.

hoş
charmins
hoş
mellifluous
التركية - التركية

تعريف hoşun في التركية التركية القاموس.

HOŞ
(Osmanlı Dönemi) Tatlı
HOŞ
(Osmanlı Dönemi) f. İyi, güzel
HOŞ
(Osmanlı Dönemi) Tuhaf, garip
hoş
Bununla birlikte
hoş
Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde
hoş
Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
hoş
Bununla birlikte: "Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya."- H. E. Adıvar
hoşun
المفضلات