hoşluk

listen to the pronunciation of hoşluk
التركية - الإنجليزية
pleasantness
(used with bir) strangeness, oddness (especially in the sense of queasiness, dizziness, or mental disturbance): Demin yüzünde bir hoşluk vardı. You had an odd look on your face just then. Bekri'nin başında bir hoşluk var. Bekri feels light-headed. Kadıncağızda bir hoşluk var. The poor woman's a bit touched in the head
amenity
quaintness
loveliness
bonhomie
niceness
affability
pleasantness, niceness, agreeableness, pleasingness, geniality
agreeableness
pleasantness, happiness, comfort
comfort
happiness
affableness
toothsome
hoş
handsome
hoş
fine

This is one of Boston's finest hotels. - Bu, Boston'un en hoşi otellerinden biridir.

If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me. - Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.

hoş
nice

The house that Tom built is really nice. - Tom'un yaptığı ev gerçekten hoş.

If I had enough money, I would buy that nice car. - Yeterli param olsa,o hoş arabayı alırım.

hoş
pleasant

Her voice is pleasant to listen to. - Sesi dinlemek için hoş.

Meeting my old friend was very pleasant. - Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu.

hoş
pretty

How pretty she looks in her new dress! - Yeni elbisesinin içinde ne kadar hoş duruyor.

She's as pretty as her sister. - O, kız kardeşi kadar hoştur.

hoş
beautiful

He likes the most beautiful flower. - O en güzel çiçekten hoşlanır.

It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge. - Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.

hoş
nicely
hoş
delectable
hoş
{s} enjoyable

He thanked his host for a most enjoyable party. - O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.

hoş
{s} nifty
hoş
slick
hoş
prettily
hoş
cheerful
hoş
nevertheless
hoş
likable

I think I'm a likable guy. - Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.

hoş
cute

Nanako is really cute, isn't she? - Nanako gerçekten de hoş, değil mi?

Don't you think Mary's cute? - Mary'nin hoş olduğunu düşünmüyor musun?

hoş
inviting
hoş
however

Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not. - Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.

Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him. - Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.

hoş
appealing
hoş
still

I still like to write in Esperanto. - Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.

I still like to do that sometimes. - Bazen onu yapmak hâlâ hoşuma gidiyor.

hoş
rosy
hoş
dilly
hoş
soft
hoş
civilized
hoş
yet

I'm not satisfied yet. - Henüz hoşnut değilim.

Tom doesn't like being told he's not old enough yet. - Tom henüz yeterince yaşlı olmadığının söylenmesinden hoşlanmıyor.

hoş
agreeable

The secretary gave me an agreeable smile. - Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.

She has an agreeable voice. - Onun hoş bir sesi var.

hoş
dulcet
hoş
savoury
hoş
genial
hoş
gracious
hoş
sugary
hoş
musical
hoş
melodic
hoş
lovely

Men like lovely women. - Erkekler hoş kadınları sever.

I had a lovely night. - Hoş bir gece geçirdim.

hoş
dolce
hoş
fair

I'm fairly certain that Tom won't like that. - Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.

My grandmother used to tell me pleasant fairy tales. - Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.

hoş
desirable
hoş
stunning
hoş
charming
hoş
nicety
hoş
piquant
hoş
debonair
hoş
delightful

Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent. - Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.

It is delightful to be praised by an expert in the field. - Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.

hoş
mellow
hoş
attractive
hoş
sweet

Roses emanate a sweet fragrance. - Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.

Alice is wearing a sweet-smelling perfume. - Alice hoş kokulu bir parfüm kullanıyor.

hoş
graceful
hoş
grand

Tom enjoys watching baseball games on TV with his grandfather. - Tom dedesiyle TV'de beyzbol maçları izlemekten hoşlanır.

My grandparents enjoy playing croquet. - Büyükbaba ve büyükannelerim kroket oynamaktan hoşlanırlar.

hoş
amusing
hoş
gorgeous
hoş
palatable
hoş
refreshing
hoş
winsome
hoş
comely
hoş
decent

He is a very decent fellow. - O, çok hoşgörülü bir adamdır.

Behave decently, as if you're a well-cultured man. - Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.

hoş
prepossessing
hoş
likeable
hoş
nicer

I saw a red car and a white one. The red one was nicer looking than the white one. - Bir kırmızı araba ve bir beyaz olanı gördüm.Kırmızı olan beyaz olandan daha hoş görünüyordu.

The mountains look nicer from a distance. - Dağlar uzaktan daha hoş görünür.

hoş
{s} smooth
hoş
pleasing to
hoş
pleasant, nice, agreeable, pleasing, genial
hoş
fragrant
hoş
quaint, charmingly unconventional
hoş
affable
hoş
anyway, anyhow: Hoş, bunu biliyordum. I knew this anyway
hoş
even if: Hoş, param da olsa almazdım. Even if I had the money I wouldn't buy it
hoş
(used with bir) strange, odd, peculiar: O şarkıyı duyunca Durmuş'un yüzü bir hoş oldu. When he heard that song Durmuş got an odd look on his face. Midem bir hoş. My stomach feels funny. Avni'nin söylediklerine hiç aldırma; kafası bir hoştur. Don't pay any attention to what Avni says; he's touched in the head
hoş
pretty, lovely, pleasant, charming, nice, cute, genial, appealing, delightful, pleasing, agreeable; enjoyable, pleasurable; nicely; still, however, yet, nevertheless, even, well
hoş
canny
hoş
debonaire
hoş
sweetly
hoş
congenial
hoş
bonny
hoş
well

Well, to be frank, I don't like it at all. - Şey, samimi olmak gerekirse, bundan hiç hoşlanmıyorum.

He likes mountaineering and knows the mountains of Japan quite well. - O, dağcılıktan hoşlanır ve Japonya'nın dağlarını oldukça iyi bilir.

hoş
delicious

We thoroughly enjoyed the delicious meal. - Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.

hoş
clean cut
hoş
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

hoş
spicy

Tom doesn't enjoy eating spicy food. - Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.

hoş
{s} pleasurable
hoş
{s} pleasing

Green leaves in a park are pleasing to the eye. - Parktaki yeşil yapraklar göze hoş geliyor.

The music of Mozart is always pleasing to me. - Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.

hoş
gemütlich
hoş
subtile
hoş
toothsome
hoş
{s} smart

She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary. - Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.

hoş
jocose
hoş
{s} kindly

I don't take kindly to pushiness or impatience. - Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.

hoş
{s} suave
hoş
catchy
hoş
{s} sapid
hoş
{s} tuneful
hoş
{s} subtle

Her exotic perfume has a subtle scent. - Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.

hoş
{s} lovable
hoş
{s} winning
hoş
{s} jolly
hoş
bonney
hoş
sightly
hoş
{s} kind

Tom doesn't like it when this kind of stuff happens. - Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.

I like the kind of music Tom composes. - Tom'un bestelediği müzik türünden hoşlanıyorum.

hoş
charmins
hoş
mellifluous
hoşluk
المفضلات