He's thrilled with his new job.
- O, yeni işinde heyecanlanıyor.
In the most thrilling moment, everyone looked very tense.
- En heyecanlı anda herkes çok gergin görünüyordu.
I waited for the curtain to rise with my heart beating in excitement.
- Ben, kalbim heyecanla atarken perdenin yükselmesini bekledim.
The excitement reached its peak.
- Heyecan doruk noktasına ulaştı.
The movie created a great sensation.
- Film büyük bir heyecan yarattı.
That was a respectable performance, but it definitely wasn't sensational.
- Bu saygın bir performans oldu, ama kesinlikle heyecan verici değildi.
You're still feverish.
- Sen hâlâ heyecanlısın.
She didn't display any type of emotion.
- O herhangi tipte heyecan göstermedi.
Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion.
- Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.
The news caused a huge stir.
- Haber büyük bir heyecan yarattı.
The news is creating a stir.
- Haber heyecan yaratıyor.
Tom is looking a bit agitated.
- Tom biraz heyecanlı görünüyor.
I feel tense and agitated when I have too much work to do.
- Yapacak çok işim olduğu zaman gergin ve heyecanlı hissediyorum.
She turned on her lover.
- O, aşkını heyecanlandırdı.
He turns me on when he wears those clothes.
- O, bu elbiseyi giydiği zaman beni heyecanlandırır.
That's a heartwarming scene.
- Bu heyecanlandırıcı bir sahne.
It's always a thrill to play with you.
- Seninle oynamak her zaman bir heyecan.
I don't share your enthusiasm.
- Ben de senin heyecanını paylaşmıyorum.
The children played in the mud with enthusiasm.
- Çocuklar heyecanla çamurda oynadılar.
It was a dramatic moment.
- Heyecan verici bir andı.
He shed innocent blood just for kicks.
- Sadece heyecan olsun diye masum kanı döktü.
Did you do it just for kicks?
- Sadece heyecan olsun diye mi bunu yaptın?
Tom was in a very agitated state.
- Tom çok heyecanlı bir durumdaydı.