herbeiführen

listen to the pronunciation of herbeiführen
ألمانية - التركية
sebep olmak
الإنجليزية - التركية

تعريف herbeiführen في الإنجليزية التركية القاموس.

cause
{f} yol açmak

Paniğe yol açmak istemiyoruz. - We don't want to cause a panic.

Herhangi bir soruna yol açmak istemiyoruz. - We don't want to cause any trouble.

cause
neden

Bütün boşanmalarının temel nedeni evliliktir. - Marriage is the main cause of all divorces.

Richter ölçeğine göre 8.9 büyüklüğünde bir deprem Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye neden oldu. - An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.

cause
{f} neden olmak, sebep olmak, yol açmak: What's caused this? Buna yol açan ne? Will it really cause my camellias to bloom earlier? Gerçekten
cause
{i} gaye
cause
{i}

Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu. - The recession caused many businesses to close.

İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar. - Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm.

cause
{i} amaç

Burada iyi bir amaç için buradayız. - We're here for a good cause.

cause
{f} neden olma

Tom bize daha fazla soruna neden olmak istemedi. - Tom didn't want to cause us any more trouble.

Dikkatsiz araba sürme kazalara neden olmaktadır. - Careless driving causes accidents.

cause
tarafını tutmak
cause
{i} sorun

Tom'un niyeti Mary'ye sorun yaratmak değildi. - Tom didn't intend to cause Mary any trouble.

Tom bana çok sorun çıkarıyor. - Tom causes me a lot of trouble.

cause
final cause asıl gaye
cause
make common cause with işbirliği etmek
cause
{i} dava, ülkü: That's a cause worthy of one's devotion. Kendini adamaya değer bir dava. 4
cause
ülkü
cause
{i} dava konusu
cause
{i} dava

O, davaya hiçbir katkıda bulunmadı. - He contributed nothing to the cause.

Yakında hareket artmıyordu. Birçok kişinin cesareti kırıldı ve davadan ayrıldı. - Soon the movement was no longer growing. Many people became discouraged and left the cause.

cause
ilke

Bir boşanma duyduğumuzda biz bunun o iki kişinin temel ilkeler üzerinde anlaşmaya varma yetersizliğinden kaynaklandığını varsayıyoruz. - When we hear of a divorce we assume that it was caused by the inability of those two people to agree upon fundamentals.

cause
-e neden olmak
cause
(isim) neden, sebep, amaç, gaye, haklı neden, dava, dava konusu, sorun, problem, iş
cause
{i} neden, sebep, illet
ألمانية - الإنجليزية
induction
to bring about something (negative)
to induce
to cause something
cause
Herbeiführen einer Rechtshandlung durch Täuschung
remedial fraud
Bei Verschlucken kein Erbrechen herbeiführen. (Sicherheitshinweis)
If swallowed, do not induce vomiting. (safety note)
Eine negative Erwartungshaltung kann das Befürchtete tatsächlich herbeiführen.
Expecting something to be bad/go wrong can turn out to be a self-fulfilling prophecy
die Drittwirkung einer Bestimmung herbeiführen
to perfect a provision
die Gefahr herbeiführen, dass …
to create the hazard that …
die Wehen herbeiführen
to induce labour
eine Gefahr herbeiführen
to create a risk
eine Konfrontation zwischen jemandem und jemandem herbeiführen
to put somebody/sth. in opposition to somebody/sth
eine Konfrontation zwischen jemandem und jemandem herbeiführen
to pit somebody/sth. against. somebody/sth
eine Konfrontation zwischen jemandem und jemandem herbeiführen
to set somebody/sth. against. somebody/sth
eine Schwänze herbeiführen
to make a corner
einen Ausgleich zwischen verschiedenen Interessen herbeiführen
to arbitrate between different interests
etw. herbeiführen
to precipitate something
etw. herbeiführen
to provoke something
etw. herbeiführen
to prompt something
etw. herbeiführen
to effect something
etw. herbeiführen (Person)
to encompass something (person) (cause to take place)
etw. schaffen (eine Situation herbeiführen)
to create something (a situation)