hastası

listen to the pronunciation of hastası
التركية - الإنجليزية
hound
A male who constantly seeks the company of receptive females. In more recent times, hound has been replaced by dog but the sense remains the same

You are such a hound, in that respect, Goodson, said Claywell, and you have always been such a hound, that it astounds me to find you—unaccompanied..

Someone who seeks something

I still do not know if he's taken on this case because he's a glory hound, because he wants the PR, or if he simply wanted to help Anna.

A dog, particularly a breed with a good sense of smell developed for hunting other animals. (Hunt hound, Hunting hound, hunting dog, hunter)
To persistently harass

He hounded me for weeks, but I was simply unable to pay back his loan.

{n} a dog used for hunting, a fish
To hunt or chase with hounds, or as with hounds
A despicable person
one which hunts game by scent, as the foxhound, bloodhound, deerhound, but also used for various breeds of fleet hunting dogs, as the greyhound, boarhound, etc
To set on the chase; to incite to pursuit; as, to hounda dog at a hare; to hound on pursuers
someone who is morally reprehensible; "you dirty dog"
If someone is hounded out of a job or place, they are forced to leave it, often because other people are constantly criticizing them. There is a general view around that he has been hounded out of office by the press. Classification of hunting dogs that is more general than setter, retriever, pointer, or other sporting dog categories. Most hounds were bred and trained to track by scent or sight. Scent hounds (e.g., bloodhound, dachshund) are trained to scent in the air or on the ground. Sight hounds (e.g., saluki, Afghan hound) were developed to chase game by sight over long distances. Hounds such as beagles, basset hounds, and foxhounds run in packs; Afghan hounds, borzois, salukis, and others run alone
A houndfish
any of several breeds of dog used for hunting typically having large drooping ears
Projections at the masthead, serving as a support for the trestletrees and top to rest on
If someone hounds you, they constantly disturb or speak to you in an annoying or upsetting way. Newcomers are constantly hounding them for advice
A side bar used to strengthen portions of the running gear of a vehicle
A hound is a type of dog that is often used for hunting or racing
A variety of the domestic dog, usually having large, drooping ears, esp
A dog, particularly a breed with a good sense of smell developed for hunting other animals
pursue or chase relentlessly; "The hunters traced the deer into the woods"; "the detectives hounded the suspect until they found the him"
hasta
sick

The girl appeared sick. - Kız hasta görünüyordu.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

hasta
patient

Five patients were in the waiting room. - Bekleme salonunda beş hasta vardı.

Some doctors say something to please their patients. - Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.

hasta
ill

I think you'd better take a rest; you look ill. - Sanırım dinlensen iyi olur; hasta görünüyorsun.

He could not go on the hike because he was ill. - O, hasta olduğu için yürüyüşe gidemedi.

hastası olmak
to be fond of, to be mad about/on, to be crazy about, to be hooked on düşkün olmak
hastası olmak
1. to be addicted to, be excessively fond of, be a fan of. 2. to be the patient of (a specified doctor)
hastası olmak
be a sucker for
hastalık hastası
hypochondriac

Tom is a hypochondriac. - Tom bir hastalık hastası.

hastalık hastası
Valetudinarian, valetudinary, hypochondriac
hastalık hastası
valetudinary
hastalık hastası
valetudinarian
hastalık hastası kimse
hypochondriac
hastalık hastası olma
valetudinarianism
hasta
{s} diseased
hasta
under the weather
hasta
{i} client
hasta
ailing

The ailing aunt let out a sigh. - Hasta teyze iç çekti.

hasta
{i} sufferer
hasta
invalid

Do I look like an invalid? - Hasta gibi mi görünüyorum?

hasta
(Argo) gippy
hasta
weather
hasta
(Argo) crook
hasta
cracked
hasta
about the gills
hasta
queer
hasta
mad

She made believe that she was sick. - O, kendisinin hasta olduğuna inandırdı.

Can a case be made for late-term abortions? - Bir hasta geç dönem kürtaj yapılabilir mi?

hasta
crazy

I was crazy about that boy. - Ben o delikanlıya hastaydım.

hasta
patience

The patient lost his patience. - Hasta sabrını kaybetti.

hasta
indisposed
hasta
ili
hemofili hastası
(Tıp) hemophile
hemofili hastası
hemophiliac
isteri hastası
(Pisikoloji, Ruhbilim) hysterical
kitap hastası
bookworm
hasta
shot

One of the hunters was shot and had to be taken to hospital, where he is now making a speedy recovery. - Avcılardan biri vuruldu ve hastaneye götürülmek zorunda kaldı ve şimdi hızlı bir iyileşme gösteriyor.

hasta
poorly

A healthy person is a poorly examined sick person. - Sağlıklı bir kişi kötü muayene edilmiş hasta bir kişidir.

hasta
nut

Why did they put Tom in a nuthouse? - Neden Tom'u bir akıl hastanesine koydular?

It's not a nuthouse, it's a psychiatric hospital. - Bu bir akıl hastanesi değil, bu bir psikiyatri hastanesi.

hasta
upset
hasta
into

Tom was admitted into the hospital. - Tom hastaneye kabul edildi.

You should take her illness into consideration. - Onun hastalığına dikkat etmelisin.

hasta
freak
hasta
lover
hasta
peculiar
hasta
potty about
hasta
buff
hasta
keen on
hasta
sick person

You're a very sick person. - Çok hasta bir insansın.

The sick person was only skin and bones. - Hasta adam sadece bir deri bir kemik kalmıştı.

hasta
hooked
hasta
sıck

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

The girl appeared sick. - Kız hasta görünüyordu.

hasta
{i} case

Take this medicine in case you get sick. - Hastalanırsan bu ilacı al.

Can a case be made for late-term abortions? - Bir hasta geç dönem kürtaj yapılabilir mi?

Hasta
(Tıp) healthless
akıl hastası
loony
akıl hastası
mental patient
akıl hastası
bedlamite
akıl hastası
mental patient; mad
akıl hastası
insane person
aşk hastası
lovesick
dalak hastası kimse
splenetic
difteri hastası
(Tıp) diphtherian
futbol hastası
a soccer freak
futbol hastası
soccer freak
guatr hastası
goitrous
gut hastası
gouty
gut hastası olarak
goutily
hasta
valetudinarian
hasta
slang hard up, flat broke, penniless
hasta
slang losing (card)
hasta
fanatical
hasta
unsound
hasta
addicted to, excessively fond of: futbol hastası great soccer fan
hasta
weakly
hasta
ill, sick, poorly; cracked, mad, crazy, freak, potty about sb/sth; patient; invalid; fan, buff
hasta
fanatic
hasta
in bad health
hasta
unwell

He came to school even though he was unwell. - O, hasta olmasına rağmen okula geldi.

hasta
patient, sick person; invalid
hasta
fan
hasta
slang lazy student
hasta
sick, ill
hasta
valetudinary
hasta
bad

The hospital food wasn't as bad as I expected it to be. - Hastane yemeği olmasını beklediğimiz kadar kötü değil.

I saw many patients at the hospital, some of whom were badly injured. - Hastanede bir sürü hasta gördüm, onlardan bazıları kötü şekilde yaralanmıştı.

hasta
potty
hasta
keen
hasta
weak

He feels weak after his illness. - O, hastalığından sonra zayıf hissediyor.

They said he had a weak form of smallpox. - Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.

hemofili hastası
bleeder
hemofili hastası kimse
hemophile
hemofili hastası kimse
hemophiliac
hemofili hastası kimse
haemophiliac [Brit.]
hemofili hastası kimse
haemophile [Brit.]
hemofili hastası kimse
haemophiliac
isteri hastası
hysteric
kalp hastası
(Tıp) cardiopath
kar hastası
snow bunny
kitap hastası
bibliophile
kitap hastası
bibliophil
kitap hastası olma
bibliophily
kretinizm hastası
cretinous
kuduz hastası
rabiate
kuduz hastası
rabid
kâlp hastası
cardiac
psikoz hastası
psychotic
ruh hastası
psychopathic
ruh hastası
mentally ill person; mental patient
sakağı hastası
glanderous
sinema hastası
cineaste
sinir hastası
neurotic
sinir hastası kimse
hysteric
swing müziği hastası
hepcat
sıraca hastası
scrofulous
teşhir hastası
exhibitionist
uykusuzluk hastası
insomniac

As he sits in the dark, typing away at his computer, he hears the sound of morning birds chirping away and realizes he has been up all night - but the insomniac still refuses to sleep. - O karanlıkta otururken bilgisayarında yazı yazıyor, cıvıl cıvıl öten sabah kuşlarının sesini duyuyor ve bütün gece uyumadığını fark ediyor- fakat uykusuzluk hastası hâlâ uyumayı reddediyor.

verem hastası
consumptive
şeker hastası
1. diabetic (person). 2. (a) diabetic
şeker hastası
diabetic

He is diabetic and suffers from blindness. - O şeker hastasıdır ve körlükten muzdariptir.

My stepfather was diabetic. - Üvey babam şeker hastasıydı.

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف hastası في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

hasta
Third-person singular simple present indicative form of hafta: has to; is required to

He hasta visit the doctor.

hasta
A hand gesture used to depict the meaning of a song
hasta
goodbye
hasta
Has to; is required to
hasta
{ü} (United States) see you later
hasta
{f} (Informal) has to, must, is required to
hasta
until
التركية - التركية

تعريف hastası في التركية التركية القاموس.

hasta
na-mizaç
Hasta
(Osmanlı Dönemi) VASIB
Hasta
(Osmanlı Dönemi) CEVA'
Hasta
(Hukuk) BİMAR
Hasta
sayrı
Hasta
sökel
Hasta
pestil
akıl hastası
Ruh hastası, deli
hasta
Parasız, züğürt
hasta
Zihinsel yetenekleri bozulmuş olan
hasta
Sağlığı bozuk olan, esenliği yerinde olmayan (kimse, hayvan): "Annem o evin önü sofalı bir odasında hasta yatıyordu."- Y. K. Beyatlı
hasta
Aşırı düşkün, tutkun
hasta
Sağlığı bozuk olan, esenliği yerinde olmayan (kimse, hayvan)
ruh hastası
Ruh veya sinir hastalığına tutulmuş kişi, psikopat
sinir hastası
Sinir hastalığına tutulmuş olan, nevropat
hastası
المفضلات