Bütün gece rüzgar sert esiyordu.
- It was blowing hard all night.
Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
- The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
- She likes her eggs hard-boiled.
Tom Mary'ye karşı katıydı.
- Tom was hard on Mary.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
- The old man was hard of hearing.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Onların evde kalmasını sağlamak için çok uğraştım fakat onlar beni dinlemeyi reddettiler.
- I tried hard to make them stay home, but they refused to listen to me.
Sınıftaki bütün erkek çocukları çok çalıştı.
- All the boys in class worked hard.
Tüm erkekler çalışkandır.
- All the men are hardworking.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
- We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.
- We were late for school because it was raining hard.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
- Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
- You have to go through many hardships.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- If he studied hard, he could pass the exam.
Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
- Study as hard as you can.
O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı.
- He worked hard to support a large family.
O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor.
- He works hard to support his large family.
Dün şiddetli kar yağdı.
- It snowed hard yesterday.
Dün şiddetli yağmur yağdı.
- It rained hard yesterday.
Biz çok çalışmak için zorlandık.
- We were forced to work hard.
Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
- Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam.
- I don't like girls who play hard to get.
Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu.
- Tom pretended to be hard of hearing.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
- He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... The hardest player to have played against was Roberto ...
... So step six is one of the hardest steps, and it's the ...