Bütün gece rüzgar sert esiyordu.
- It was blowing hard all night.
Elmas doğal olarak serttir.
- Diamond is essentially hard.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
- She likes her eggs hard-boiled.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Yabancı dil öğrenmek zordur.
- It's hard to learn a foreign language.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
- She likes her eggs hard-boiled.
Tom yumurtalarını çok pişmiş sever.
- Tom likes his eggs hard-boiled.
Mary çok çalışkan bir kadın.
- Mary is a very hard-working woman.
Çinliler çok çalışkan bir halktır.
- The Chinese are a hard-working people.
Kunduzlar çalışkan hayvanlardır.
- Beavers are hard-working animals.
Sanırım Tom çalışkan.
- I think Tom is hard-working.
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'a karşı sağlam delilimiz yok.
- We have no hard evidence against Tom.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Erkek kardeşim çok sıkı çalışıyormuş gibi davrandı.
- My brother pretended to be working very hard.
Erkek kardeşim benim kadar çok çalışır.
- My brother studies as hard as I do.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.
- Praise stimulates students to work hard.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Zaman bulmanın zor olduğunu biliyorum, ancak önümüzdeki Pazartesi gününden önce benim için bunu düzeltebilir misin?
- I know it's hard to find the time, but could you proofread this for me before next Monday?
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Tom sabit sürücüsünü birleştirdi.
- Tom defragmented his hard drive.
Onun para için eli darda.
- He is hard up for money.
Tom'un para için eli darda.
- Tom is hard up for money.
O kadar züğürt müsün?
- Are you that hard up?
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.
- Because of the thick fog, the street was hard to see.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
- You have to go through many hardships.
Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
- Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam.
- I don't like girls who play hard to get.
Onun köpeği ağır duyar.
- His dog is hard of hearing.
Başarmak için sıkı çalıştım.
- I worked hard to succeed.
Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
- Study as hard as you can.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- Tom could hardly stand the pain.
Yüzünde sert bir bakışı vardı.
- He had a hard look on his face.
Jim başarısını sıkı çalışmaya bağlıyor.
- Jim attributes his success to hard work.
Tom Mary'nin sıkı çalışmasını takdir etti.
- Tom appreciated Mary's hard work.
O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor.
- He works hard to support his large family.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Şiddetli yağmur yağmaya başladı.
- It began raining hard.
Bu gece şiddetli yağmur yağıyor.
- It's raining hard tonight.
Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
- Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
- Life is getting hard these days.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
- He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
to stick to hard-and-fast rules.
Hopefully you don't take such a hard-ass approach as this.
As the ultimate hard-bills, woodpeckers even use their steel-hard bill to drill homes in solid trees.
Although they are still available, I think we would be hard-pressed to find one on short notice.
The earthquake left the residents hard-pressed.
If Washington Mutual needs to raise capital quickly, it will very likely find itself between a rock and a hard place, because credit markets have all but closed their doors to troubled banks.
He's usually pretty good-natured when the children give him a hard time about his bald spot.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
hard evidence.
a hard problem.
Because he is in the police force, Andy is a hard case.
Jones is good at drawing a defense offside with his hard count.
King should feel a bit hard done by after being replaced in the team.
The eviction itself went relatively smoothly, but the hard feelings it generated resound deep inside Israeli army barracks.
Ed Bradley, who died yesterday of leukemia at age 65, . . . covered hard news and soft features with equal commitment, grace and skill, and many of his stories and interviews were impossible to forget.
Speak loudly, because Grandpa is somewhat hard of hearing.
That my own son could have done something so horrible is a hard pill to swallow.
I know what it means, but would be hard put to define it.
I'd prefer to use a hard redirect so that people don't even notice we've reorganised the site.
Mr. Ignatieff's predecessor, Stéphane Dion, was a hard sell on the fundraising circuit, but so far, the new leader has proven to be a draw.
The Lockheed Corporation said today that it would reduce the price of its F-16 fighter plane, underscoring a new, aggressive posture. . . . It's the old hard sell, which is necessitated by the market conditions both here and overseas, Mr. Dane said.
How are you, Mr. Wolfe. I wish to God you did. If there was anybody owed me anything I'd be with him like a saddle on a horse..
Hold hard, here come the sheep.
Anyone who tries to cycle will learn the hard way that grazes are painful.
... Like, it's really hard to gauge, like, which is the moment that -- that they're the loudest, ...
... as a father of a teenaged daughter, it's great to see that solid songwriting and hard work ...