He sang a song to lighten the atmosphere.
- O, atmosferi hafifletmek için bir şarkı söyledi.
Tom tried to lighten the mood.
- Tom havayı hafifletmeye çalıştı.
Sami's mental illness didn't alleviate his punishment. He got two consecutive life sentences.
- Sami'nin akıl hastalığı onun cezasını hafifletmedi. Art arda iki ömür boyu hapis cezası aldı.
Sami took medication to alleviate pain.
- Sami ağrıyı hafifletmek için ilaç aldı.