تعريف hüküm في التركية الإنجليزية القاموس.
- provision
- ruling
- verdict
A verdict and a sentence are different things.
- Yargı ve hüküm farklı şeylerdir.
The verdict is something only a jury can decide.
- Hüküm sadece jüri tarafından karar verilebilen bir şeydir.
- statute
- effect
His speech was an effective apology for the Government's policies.
- Onun konuşması Hükümetin politikalarıyla ilgili etkili bir özürdü.
- (Latin) clausula
- (Latin) sententia
- ordinance
- provisions
- command
- sentential
- (Ticaret) possession
- condition
- domination
- ascendancy
- edict
- (Kanun) judicial sentence
- sentencing
- conclusion
Don't jump to any conclusions.
- Anlamadan hüküm verme.
I'm sorry I jumped to conclusions.
- Üzgünüm anlamadan hüküm verdim.
- (Hukuk) judgment, provision, ruling, assessment, decision, conclusion
- decision
Students have been protesting against the government's decision.
- Öğrenciler hükümetin kararına karşı protesto yapıyorlar.
There's growing anger over the government's decision.
- Hükümetin kararı üzerine büyüyen öfke var.
- assize
- rule
He was the ruler of the Inca Empire.
- İnka İmparatorluğunun hükümdarı idi.
The czar was the ruler of Russia.
- Çar, Rusya'nın hükümdarıydı.
- sentence
What is the most powerful sentence in the world?
- Dünyada en güçlü hüküm nedir?
A verdict and a sentence are different things.
- Yargı ve hüküm farklı şeylerdir.
- award
- adjudication
- fiat
- operation
- estimate
- judgment
Don't pass judgment too quickly.
- Çok hızlı hüküm vermeyin.
Thinking is difficult, and therefore many people only pass judgment.
- Düşünmek zordur ve bu yüzden birçok insan sadece hüküm verir.
- doom
- decision, sentence, decree, judgment
- legality, authority, validity
- rule, authority; command, edict; judgement, verdict; sentence, decree, judicial sentence/decision; government; effect, influence; importance; provision, condition
- sovereignty, sway, jurisdiction
- deliverance
- authority
- importance, effect, influence
- assumption, opinion, thought
- dictum
- judgement [Brit.]
- proviso
- force, grip, hold
- predication
- dicta
- government
A government suffers from civil affairs.
- Hükümet sivil ilişkilerden zarar görüyor.
The government must make fundamental changes.
- Hükümet temel değişiklikler yapmalı.
- {i} judgement
Only about 15 per cent of people with autism are in the workforce, mainly because people are so judgemental about them.
- Otistik insanların yalnızca yaklaşık yüzde 15'i işgücündedir, başlıca nedeni insanların onlar hakkındaki büyük peşin hükümleridir.
- decree
- mastership
- dominion
- arbitrament
- force
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
- ruled for
- mastery
- ascendantent
- power
I know some powerful people in the government.
- Hükümette bazı güçlü insanlar tanıyorum.
At that time, Ethelbert ruled as king in Kent, and was powerful.
- O zaman, Ethelbert, Kent'te kral olarak hüküm sürüyordu ve güçlüydü.
- judg(e)ment
- hüküm sürmek
- reign
- hüküm vermek
- sentence
- hüküm sürmek
- prevail
- hüküm giydirme
- conviction
- hüküm giydirmek
- sentence
- hüküm vermek
- judge
- hüküm süren
- prevalent
- hüküm altına almak
- ensure
- hüküm giydirmek
- convict
- hüküm giydirmek
- pass sentence
- hüküm giyme
- spot
- hüküm giymek
- be condemned
- hüküm giymek
- to be condemned
- hüküm giymek
- be sentenced
- hüküm giymek
- to be sentenced
- hüküm giymek
- condemned
- hüküm giymek
- sentenced
- hüküm günü
- judgement day
- hüküm günü
- doomsday
- hüküm süren
- prevailing
- hüküm verilmiş
- doomed
- hüküm verme
- adjudicating
- hüküm vermek
- (Kanun) give a ruling
- hüküm vermek
- (Kanun) hold
- hüküm vermek
- (Ticaret) award
- hüküm vermek
- pass judgment
- hüküm giydirme
- sentenced to
- hüküm sürme
- ascendency
- hüküm verme
- adjudication
- hüküm almak
- make a judgement
- hüküm giydirmek
- adjudge
- hüküm giydirmek
- to pass sentence (on)
- hüküm giymek
- to be sentenced, be condemned
- hüküm giymek
- to be sentenced, to be condemned
- hüküm giymiş mahpus
- (Askeri) sentenced prisoner
- hüküm gününde
- in the last day
- hüküm süren
- in the ascendent
- hüküm süren
- governing
- hüküm süren
- in the ascendant
- hüküm süren
- suzerain
- hüküm süren kraliçe
- regina
- hüküm sürme
- ascendancy
- hüküm sürme
- suzerainty
- hüküm sürmek
- a) to rule, to reign b) to prevail
- hüküm sürmek
- govern
- hüküm sürmek
- sway
- hüküm sürmek
- be rife
- hüküm sürmek
- command
- hüküm sürmek
- king it
- hüküm sürmek
- 1. to rule, reign. 2. to prevail
- hüküm verebilen
- estimative
- hüküm verilebilen
- estimative
- hüküm verilebilir
- (Kanun) judicable
- hüküm verme
- rendition
- hüküm vermek
- form an estimate of
- hüküm vermek
- estimate
- hüküm vermek
- adjudicate
- hüküm vermek
- decree
- hüküm vermek
- doom
- hüküm vermek
- (Hukuk) to give judgment
- hüküm vermek
- to adjudicate, to decide
- hüküm vermek
- condemn
- hüküm vermek
- bring in
- hüküm vermek
- return
- hüküm vermek
- 1. to arrive at a decision or opinion. 2. to pass sentence
- hüküm vermek
- rule
- hüküm vermek
- decide
- hükmeylemek, hüküm
- hükmeylemek, provisions
- hüküm vermek
- sum
- yanlış hüküm vermek
- misjudge
- amir hüküm
- governing law
- hükümler
- (Kanun) terms
- hükümler
- (Politika, Siyaset) findings
- hükümler
- judgments
- kesin hüküm
- (Ticaret) prejudice
- kesin hüküm
- (Kanun) judgment
- vermek (hüküm)
- deliver
- hüküm vermek
- adjudge
- hüküm vermek
- sum up
- aksine hüküm
- unless otherwise
- peşin hüküm
- preconception
- peşin hüküm vermek
- preconceive
- acele hüküm vermek
- jump at a conclusion
- ahlaki hüküm
- moral-ethical judgement
- aksine hüküm olmadıkça
- (Hukuk) save as otherwise provided
- ayrımcı hüküm
- (Politika, Siyaset) discriminatory provision
- açıklayıcı hüküm
- (Ticaret) descriptive provision
- basma kalıp hüküm
- trite-cliche judgement
- basma kalıp hüküm
- stereotyped judgement
- bir antlaşmanın yalnız taraf olanlar arasında hüküm ifade etmesi
- (Hukuk) res inter alios acta
- dini hüküm
- decretal
- düzenleyici hüküm
- (Kanun) regulatory provision
- emredici hüküm
- (Kanun) imperative provision
- emsal hüküm
- (Kanun) leading case
- genel hüküm
- blanket clause
- gerekçesiz hüküm
- (Kanun) judgment without justification
- geçici hüküm
- (Politika, Siyaset) transitional provision
- gıyabi hüküm
- (Kanun) default judgement
- gıyabi hüküm
- (Kanun) default judgment
- gıyabi hüküm
- judgement by default
- gıyabi hüküm
- (Kanun) judgment on default
- gıyabi hüküm
- judgment by default
- gıyabi hüküm/karar
- law judgment given in default
- gıyabında hüküm vermek
- default
- ihtiyati hüküm
- (Politika, Siyaset) precautionary disposition
- kanuni hüküm
- legal provision
- kesin hüküm
- (Hukuk) res judicata
- kesin hüküm
- final decision
- kesin hüküm
- decree absolute
- müşterek hüküm
- (Kanun) common clause
- müşterek hüküm
- (Politika, Siyaset) joint provision
- normatif hüküm
- (Ticaret) normative statement
- peşin hüküm
- bias
- peşin hüküm
- preconceived opinion
- peşin hüküm
- prejudice, preconception önyargı
- peşin hüküm
- early assumption
- peşin hüküm
- prejudgement
- peşin hüküm
- prejudice
- peşin hüküm
- prejudgement [Brit.]
- peşin hüküm
- prejudgment
- peşin hüküm
- parti pris
- peşin hüküm vermek
- give a bias to
- peşin hüküm vermek
- prejudge
- sari peşin hüküm
- (Ticaret) contagious bias
- sorgulama ve hüküm
- oyer and terminer
- temyizi kabil hüküm
- (Kanun) judgment which can be appealed
- ticari hüküm
- commercial clause
- verilecek hüküm
- (Kanun) judgment to be given
- yanlış hüküm
- misjudgment
- yanlış hüküm
- misjudgement
- yanlış hüküm vermek
- misdeem
- yargılamadan verilen hüküm
- prejudgment
- yargılamadan verilen hüküm
- prejudgement [Brit.]
- yasal hüküm
- legal provision
- önceden hüküm vermek
- prejudge
- önceki hüküm
- (Kanun) initial decree
- önemli hüküm
- (Ticaret) red-ink entry
- ınfisahi hüküm
- (Politika, Siyaset) resolutive clause