تعريف hâk في التركية الإنجليزية القاموس.
- right
I think you're right.
- Sanırım sen haklısın.
Everyone has the right to form and to join trade unions for the protection of his interests.
- Herkesin menfaatlerinin korunması için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.
- justice
My grandfather was a justice of the peace.
- Büyükbabam bir sulh hakimiydi.
- benefit
She made a fuss about her benefits.
- Onun yararları hakkında yaygara yaptı.
Ill-gotten gains never benefit anyone.
- Haksız kazançların kimseye faydası olmaz.
- fairness, adherence to the principles of justice
- earth, soil
- allowance, margin (for trimming or hemming)
- the effort that one has put into something
- one's rightful due, one's right, share
- title
- dibs
- (Hukuk) right, franchise
- warranty
- authority
Tom is an authority on the subject.
- Tom konu hakkında bir otorite.
- warrant
We agreed that his actions were warranted.
- Onun eylemlerinin haklı neden olduğunu kabul ettik.
I have a warrant for Tom's arrest.
- Tom'un tutuklanması için haklı bir nedenim var.
- jus
It's not right for you to do something bad just because someone else has done something bad.
- Sadece başka biri kötü bir şey yaptığı için kötü bir şey yapmanız hak değildir.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
- condign
- due
Give the devil his due.
- Sezarın hakkını Sezara verin.
Give credit where credit is due.
- Sezar'ın hakkı Sezar'a.
- franchise
- claim
She claims that she knows nothing about him.
- O, onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor.
She claims that she knows nothing about him, but I don't believe her.
- O, onun hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyor fakat ona inanmıyorum.
- justice, right dealing
- equity
- share
I got together with her mainly because we seemed to share the same feelings about things.
- Daha çok şeyler hakkında aynı hisleri paylaşıyor gibi göründüğümüzden onunla anlaşmaya vardım.
Tom and Mary shared stories about their life in Boston.
- Tom ve Mary Boston'daki hayatları hakkındaki hikayeleri paylaştı.
- verity
- exert
- rights
Marriage is a type of human rights violation.
- Evlilik bir tür insan hakları ihlalidir.
All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.
- Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.
- justness
- deserve to
- deserving of
- merit
- meed
- justification
- hak etmek
- deserve
What did I do to deserve this?
- Bunu hak etmek için ne yaptım?
- hak verilebilir
- justifiable
- hak sahibi
- beneficiary
- hak iddia etmek
- claim
- hak edilen şey
- deserts
- hak etmek
- 1. to deserve, merit. 2. to get (what is one's right)
- hak etmek
- be deserving of
- hak iddia etmek
- demand
- hak etmek
- have it coming
- hak etmek
- (deyim) come in for
- hak iddia etmek
- to claim
- hak talep etmek
- to claim
- hak vermek
- entitle
- hak vermek
- grant somebody right
- hak vermek
- confer on somebody right
- hak vermek
- give somebody right
- hak etmek
- ask
- hak etmek
- earn
- hak sahibi olmak
- To be eligible
- hak savunuculuğu
- public advocacy
hak savunuculuğunu temel alan projeler üretiyorlardı.
- hak tanıma
- enfranchisement
- hak yoluna kesilen kurban
- cut right to the victims of road
- Hak getire
- there's no, he/she has no
- hak deyince akan sular durur
- (Atasözü) When the truth has been spoken and the just way shown, there is nothing more anyone can say
- hak edilen ceza
- comeuppance
- hak edilen şey
- desert
- hak edilmemiş
- undeserved
- hak edilmemiş
- ill deserved
- hak etme
- desert
- hak etme
- deserts
- hak etmek
- entitle
- hak etmek
- merit
- hak etmek
- to deserve, to merit
- hak etmek
- rate
- hak etmemek
- be undeserving of
- hak etmemek
- be unworthy of
- hak etmemek
- not to deserve
- hak etmeyen
- undeserving
- hak etmeyen
- unworthy
- hak etti
- It serves him right
- hak ettiği yere gelmek
- come into one's own
- hak ettiğini buldu
- It serves him right
- hak ettiğini bulma
- deserts
- hak ettiğini bulma
- desert
- hak ettiğini bulmak
- get one's deserts
- hak iadesi
- discharge
- hak iddia eden kimse
- claimant
- hak iddia eden kimse
- pretender
- hak iddia etmek
- (haksız yere) arrogate to oneself
- hak iddia etmek
- stake out a claim
- hak iddia etmek
- put in a claim for
- hak iddia etmek
- pretend
- hak iddiası
- demand
- hak kazanmak
- to have a right to, to deserve
- hak kazanmak
- to deserve, earn, have a right to
- hak kazanılmış olan
- vested
- hak olarak elde tutulan
- titular
- hak olarak geçmek
- vest
- hak sahibi
- encumbrancer
- hak sahibi
- holder of a right
- hak sahibi
- title holder
- hak sahibi
- person entitled
- hak sahibi holder of
- a right
- hak talep edilebilir
- claimable
- hak tanımak
- entitle
- hak tanımak
- enfranchise
- hak tanır
- righteous
- hak verilir
- defensible
- hak verme
- vesting
- hak vermek
- to acknowledge (someone) to be right
- hak vermek
- justify
- hak vermek
- (Hukuk) to confer rights
- hak vermek
- to acknowledge (sb) to be right
- hak vermek
- vest
- hak yemek
- to be unjust
- hak yemek
- to be unjust, to be unfair
- hak yerde kalmaz
- (Atasözü) Justice wins in the end
- hak yerini buldu
- justice was done
- hak yerini bulur
- (Atasözü) Justice will prevail
- hak yitirici vazgeçme
- (Hukuk) abdicative renunciation
- hak yolu
- the right way
- hak yolu
- the way of right, justice
- hak çiğneme
- an outrage upon justice
- hâk ile yeksan etmek
- to destroy utterly, demolish, raze, level (a building, city, etc.) to the ground
- zaman aşımı ile hak kazanmak
- prescribe
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- positive prescription
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- prescription
- fikri hak
- (Politika, Siyaset) intellectual property
- hukuki hak
- jus
- mülkiyetin gayri ayni hak tesisi
- Establishment of incorporeal rights on poverty
- sosyal hak
- social right
- dad-ı hak
- dad-i rights
- gayrimaddi hak
- (Ticaret) incorporeal right
- izin hak sahibi
- (Ticaret) holder of the authorization
- müktesep hak
- (Kanun) Acquired right
- rejim hak sahibi
- (Ticaret) holder of the procedures
- Cenabı Hak
- Supreme Being
- ayni hak
- (a) real right
- ayni hak
- (Ticaret) real rigth
- ayni hak
- (Kanun) limited property right
- ayrıcalıklı hak
- prerogative right
- azarı hak eden
- reprehensible
- azarı hak eden
- blamable
- cenabı hak
- the Supreme
- cenâbı hak
- the most high
- ceza davasında şahsi hak iddiası
- (Hukuk) civil proceedings joined to criminal proceedings
- cezayı hak eden
- punishable
- cezayı hak etmeyen
- unpunishable
- dayağı hak etmek
- to deserve a whacking
- din iman hak getire
- (Konuşma Dili) There's not a spot of religion in him
- diploma eşiti hak
- (Askeri) constructive credit
- doğuştan hak kazanılan mülk
- appanage
- doğuştan hak kazanılan mülk
- apanage
- doğuştan kazanılan hak
- birthright
- eleştiriyi hak eden
- censurable
- emekli aylığına hak kazanmak
- entitle to a pension
- evvelden iktisap edilmiş hak
- (Kanun) antecedent right
- gerçek hak sahibi
- (Hukuk) rightful owner
- haklar
- liberties
- kazanılmış hak
- (Hukuk) acquis
- kazanılmış hak
- vested right
- kazanılmış hak
- vested interest
- koruyucu hak
- protective right
- kutsal hak
- divine right
- medeni hak hareketleri
- civil rights movements
- müktesep hak
- law vested right
- mülkiyet üzerinde ayni hak tesisi
- (Hukuk) establishment of incorporal rights on property
- mülkten yararlanan hak sahibi
- beneficial owner
- nevrotik hak iddiası
- (Pisikoloji, Ruhbilim) neurotic claim
- sivil hak
- (Politika, Siyaset) civil right
The fight for civil rights in the United States started in 1954, when the government said school had to be open to everyone.
- Amerika Birleşik Devletlerinde sivil haklar için mücadele 1954 yılında başladı, hükümetin herkese okul açılmak zorunda olduğunu söylediğinde.
African Americans demonstrated for civil rights.
- Afrikalı Amerikalılar sivil haklar için gösteri yaptılar.
- sürekli hak
- (Ticaret) imprescriptible right
- tahta hak iddia eden sahtekâr
- pretender
- temel hak
- (Kanun) substantive right
- temel hak ve özgürlükler kanunu
- (Hukuk) rule of law and fundamental freedoms
- verilen hak
- the right granted
- verilen hak
- the right given
- verilen hak
- given right
- ömür boyu hak vermek
- settle
- özel hak
- privilege