Ne! Sen hâlâ o adamla birlikte misin? ve biz cevaplarız: Ne yapabilirim! Onu seviyorum!
- What! You're still with that guy? and we answer: What can I do! I LOVE him!
O araba satıcısı oldukça acayip bir adam.
- That car salesman was a pretty off the wall kind of guy.
Tom öyle herifleden nefret eder.
- Tom hates guys like that.
Hadi yakalayalım şu herifi.
- Come on let's catch that guy.
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
- I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
Tüm yapmak istediğim siz çocuklarla takılmak.
- All I want to do is hang out with you guys.
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
- The guys all made fun of him.
O, kadınları ciddiye almayan adam tipidir.
- He's the type of guy who doesn't take women very seriously.
O, kolay pes eden bir tip değildir.
- He is not the sort of guy who gives in easily.
Barın önünde çok sayıda acayip kılıklı tipler takılıyordu.
- Several guys were hanging around in front of the bar.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
- Individual liberty is the essence of democracy.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
- Individual freedom is the foundation of democracy.
Japonya'ya gitmek istemeyi tercih etmemin sebebi onların çalışkan ve dürüst kişilikleridir.
- The reason I prefer to go to Japan is that the people in Japan are hardworking and have honest personalities.
Kilo almak, kişisel gelişimin en kolay metodudur.
- Weight increase is the easiest method for personal development.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
- True friendship is priceless.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
- My best friend is a book.
O, mükemmel bir centilmendir.
- He is a perfect gentleman.
O gerçek bir centilmen.
- He is a real gentleman.
Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
- The prouder the individual, the harsher the punishment.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
- We must respect individual liberty.
Almanlar tutumlu bir millettir.
- Germans are a frugal people.
İngilizler becerikli bir millettirler.
- The English are a practical people.
O mükemmel bir beyefendi.
- He is a perfect gentleman.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
- I met a certain gentleman at the station.
Biz rakibiz, ortak değil.
- We're competitors, not partners.
Sadece Tom'la ortak oldum.
- I just made Tom partner.
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
- Are we gonna get some wine, dude?
Parti harikaydı ahbap.
- That party was great, Dude.
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
- Thank you for helping me, pal.
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
- You'd better watch it, buddy.
Hiç çocukların var mı?
- Do you have any kids?
Lütfen onu diğer çocuklara uzat.
- Please pass it to the other kids.
Asya'da bir sürü insan vardır.
- There are many people in Asia.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
- Today, many people worry about losing their jobs.
Hiç kimse ukalayı sevmez.
- Nobody likes a wise guy.
Bir kadın erkeksiz bir şey değildir.
- A woman without a man is nothing.
Odada kaç tane erkek çocuk var?
- How many boys are there in the room?
Bazı delikanlılar tenis oynar diğerleri futbol.
- Some boys play tennis and others play soccer.
Karthik bir delikanlıdır.O iyi bir delikanlıdır.
- Karthik is a boy. He is a good boy.
Yahudiler Tanrı tarafından seçilmiş bir ulustur.
- Jews are a people chosen by God.
Amerikalılar demokratik bir ulustur.
- The Americans are a democratic people.
Beni seven bir arkadaşım var.
- I have a friend who loves me.
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
- My university friend is against terror.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
- The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
- There was an interesting story in the letter to the boy.
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
- Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
Ağacın altında bazı erkek çocukları var.
- There are some boys under the tree.
Seyahat, insanları bilgili yapar.
- Traveling makes people knowledgeable.
Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
- After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
- How did you meet your partner?
Tom asla benim eşim değildi.
- Tom was never my partner.
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
- Society and the individual are inseparable.
Acını hissediyorum, arkadaş.
- I feel your pain, buddy.
O benim eski içki arkadaşım.
- He's my old drinking buddy.
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
- The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
- Dan lied to his associates.
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
- Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
Tom yirmi altı yaşındayken hayat arkadaşı Mary'yle tanıştı.
- Tom met his life mate, Mary, at the age of twenty six.
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
- She has a few pen pals.
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
- Tom has a pen pal in Australia.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- She had an individual style of speaking.
Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.
- My kid brother is twelve.
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
- Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
Neden kankam bir geri zekalı?
- Why is my buddy an idiot?
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
- Sir Harold is a fine English gentleman.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
- I met a certain gentleman at the station.
Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.
- The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs.
O her zaman iş arkadaşlarından izole edilmiştir.
- He is always isolated from his fellow workers.
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
- You made a big mistake, buddy.
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
- I don't associate with people like Tom.
O bir arkadaştan daha çok bir tanıdık.
- She is more an acquaintance than a friend.
Japonların tanıdıklarına karşı çok cana yakın oldukları ve tanımadıklarına çok ilgisiz oldukları söyleniyor.
- It is said that the Japanese are very friendly to those that they know, and very indifferent to those they don't.
Mike yönetim kurulunda tek erkek.
- Mike is the only man on the board.
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
- The union bargained with the management.
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
- Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
Tom sadece bir iş ortağı.
- Tom is just a business associate.
O, benim iş ortağımdı.
- He was my business associate.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
- We tend to associate politicians with hypocrisy.
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
- The three associates will set up a new company.
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
- Tom is still just as friendly as he used to be.
Adanın sakinleri cana yakındır.
- The inhabitants of the island are friendly.
Konuşacak yakın arkadaşları yok.
- He has no close friends to talk with.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
- My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Tom Mary'nin diğer çocuklar ile dışarı çıkmasını istemiyordu.
- Tom didn't want Mary to go out with other guys.
Arabanda çalışan çocuklar ne yaptıklarını biliyor gibi görünmüyorlar.
- The guys working on your car don't seem to know what they're doing.
Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
- You guys are totally clueless.
Tom odun kırarken, siz beyler ne yapıyordunuz?
- What were you guys doing while Tom was chopping wood?
Neden siz beyler bana hep onu soruyorsunuz?
- Why do you guys always ask me that?
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.
- When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio.
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
- My mother used to read me stories when I was a young kid.
Hiç kimse boş mideyle vatansever olamaz.
- No man can be a patriot on an empty stomach.
Midesi dolu olan bir insan kimsenin aç olduğunu düşünmez.
- A man with a full belly thinks no one is hungry.
El ile sürebilir misin?
- Can you drive manual?
Bu adam benim kocam değil.
- This man is not my husband.
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
- The priest pronounced them man and wife.
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
- No one is sure how many people died.
Hiç kimse tam olarak kaç kişinin kendilerini hippi kabul ettiklerini bilmez.
- No one knows exactly how many people considered themselves hippies.
Bütün hayvanlar, insanın dışında, yaşamın asıl işinin ondan zevk almak olduğunu biliyor.
- All animals, except man, know that the principal business of life is to enjoy it.
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
- I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Dünyada bazı insanlar, açlıktan çeker.
- Some people in the world suffer from hunger.
Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.
- A lot of people want peace all over the world.
İnsanları işaret etmek kalabalıktır.
- It is rude to point at people.
Yarış, bir milyona yakın bir kalabalık tarafından izlendi.
- The race was watched by a crowd of nearly a quarter of a million people.
Onun romanları genç kişiler arasında ünlüdür.
- His novels are popular among young people.
Tom piyanosunu taşımak için ona yardım edecek bazı kişiler arıyordu.
- Tom was looking for some people to help him move his piano.
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
- Mr. Hawk is a kind gentleman.
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
- As she is a lady, so he is a gentleman.
Tom sempatik bir adam.
- Tom is a likeable person.
Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.
- A young person is waiting for you outside.
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
- Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
- Sami hanged out with his fellow fire fighters.
O, çok hoşgörülü bir adamdır.
- He is a very decent fellow.
Fred tembel bir adam.
- Fred is a lazy fellow.
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
- You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
- He described the man as a model gentleman.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- She had an individual style of speaking.
Her kişi bir bireydir.
- Every person is an individual.
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Her insan bir bireydir.
- Each human being is an individual.
Biz hiç kimsenin kendi kısa vadeli kazançları için Amerikan halkından yararlanmadıklarından emin olacağız.
- We're gonna make sure that no one is taking advantage of the American people for their own short-term gain.
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
- No one is sure how many people died.
Konserde çok fazla kişi vardı.
- There were too many people at the concert.
Ailemde dört kişi var.
- There are four people in my family.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
- The old man was hard of hearing.
Polis bir adamla sokakta konuştu.
- The policeman spoke to a man on the street.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
- When we say liberty, we associate it with Lincoln.
Asya'da Fransız dili genellikle romantizmle ilişkilendirilir.
- In Asia, French language is often associated with romantism.
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
- Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
He looked like an innocent child, smiling, wide-eyed, his cheeks plump and rosy, defying the object of his insults to take offence. For they were insults, Guy was in no doubt about that. Leonora's brother was implying that his name was far too upper-class for its possessor.
I wonder what those guys are doing with that cat?.
The dog's left foreleg was broken, poor little guy.
This guy, here, controls the current, and this guy, here, measures the voltage.
Terry Kilmartin , applauded for every ‘um’ and ‘ah’, knew that he was being guyed and had the charm to make it funny.
Jane considers that guy to be very good looking.
See.
An associate member of the club.
She associates with her coworkers on weekends.
An associate editor.
How are you doing there, big guy? he asked.
Don't boy me!.
I like the boy.''.
Dost thou call me fool, boy?.
Here, boys, heel; yes, Bobby, show the puppies how, good boy!.
Steve is a boy of 16.
That's my boy.
When the 'dipenda' (independence movement) in Belgian Congo turned violent, the white colonisators' often materially privileged black domestic boys were mistrusted and often abused as collaborators.
Boy, I wish I could go to Canada!.
Me and my boy grew up together in Southside.
Hey, buddy, I think you dropped this.
They have been buddies since they were in school.
drinking buddies.
Dude don't know what's good for him.
I’m not a friend of cheap wine.
You’d better watch it, friend.
To make a function be a friend to a class, the reserved word friend precedes the function prototype.
One of the most used features of MySpace is the practice that is nicknamed friending. If you friend someone, then that person is added to your MySpace friends list, and you are added to their friends list.
Lo sluggish Knight the victors happie pray: / So fortune friends the bold .
Latrobe had extensive dealings with Jefferson, the most prominent gentleman-architect in the United States.
He was an all-around good guy to visit with and be around.
As we can't print them all together, the individual pages will have to be printed one by one.
individual personal pension; individual cream cakes.
Nice guys are historically the grail of dating. ... As both Nora and I reminisced and compared how we were treated by the manwhore and by the nice guy, the manwhore always won out.
Her reputation for being a wise guy made her new teachers hesitant about having her in their classes.
Our boat won by two lengths.
- Teknemiz iki boyla kazandı.
His horse won by three lengths.
- Onun atı üç boy farkla kazandı.
So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
- Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
Such considerations ultimately had no effect on their final decision.
- Bu tür düşüncelerin sonuçta onların nihai kararı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.
I just bought the latest version of this MP3 player.
- Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.
Kelly's latest book appeared last week.
- Kelly'nin son kitabı geçen hafta çıktı.
Date of last revision of this page: 2010-11-03
- Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03
The last straw breaks the camel's back.
- Devenin belini kıran son saman çöpü.
Tom and Mary are about the same height.
- Tom ve Mary yaklaşık aynı boydalar.
Tom and Jim are the same height.
- Tom ve Jim aynı boydalar.
He finally became the president of IBM.
- O, sonunda IBM'in başkanı oldu.
I haven't read the final page of the novel yet.
- Romanın son sayfasını henüz okumadım.
Those tribes inhabit the desert all year round.
- O kabileler tüm yıl boyunca çölde yaşarlar.
Members of the tribe settled down along the river.
- Kabile üyeleri nehir boyunca yerleşti.
It was clear to everyone that the vote would be close.
- Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.
He went to the store at the last minute, just before it closed.
- O, tam kapanmadan önce, o son dakikada dükkâna gitti.
Did the error occur right from the start or later on? - When?
- Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?
I have not seen him lately.
- Son zamanlarda onu görmedim
It's difficult to visualize four dimensions.
- Dört boyutluları hayal etmek zordur.
That adds a new dimension to our problem.
- O, sorunumuza yeni bir boyut kattı.
It is important to recognize the extent of one's ignorance.
- Birinin cehaletinin boyutunu bilmek önemlidir.
Layla's letters revealed the extent of her racism.
- Leyla'nın mektupları onun ırkçılığının boyutlarını ortaya çıkardı.
Tom was small in stature.
- Tom boy olarak küçüktü.
I am not a dwarf. I am of short stature.
- Ben cüce değilim. Kısa boyluyum.
I have a full-length mirror in my bedroom.
- Yatak odamda bir boy aynası var.
Tom stood in front of a full-length mirror, looking at himself.
- Tom kendisine bakarak bir boy aynasının önünde durdu.
A person's heart is approximately the same size as their fist.
- Bir insanın kalbi, yaklaşık olarak yumruğuyla aynı boyuttadır.
Your book is double the size of mine.
- Senin kitabın benimkinin boyutunun iki katı kadar.
Tom figured it would take him a full day to finish painting the garage.
- Tom garajı boyamayı bitirmenin onun bir gününü alacağını düşündü.
I wish I could figure out how to get my car painted without paying a lot of money.
- Keşke çok para ödemeden arabamı nasıl boyatacağımı bulabilsem.
The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't.
- Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.
What led you to this conclusion?
- Seni bu sonuca götüren nedir?
I bet my bottom dollar he is innocent.
- Onun masum olduğuna son dolarıma bahse girerim.
Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next.
- Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.
I'll come over after I finish the work.
- İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.
Apply two coats of the paint for a good finish.
- İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.
He took charge of the firm after his father's death.
- O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.
He took care of the business after his father's death.
- O, babasının ölümünden sonra işle ilgilendi.
The first minutes after a heart attack are crucial.
- Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.
Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former.
- Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.
Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former.
- Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.
Sami learned he had terminal cancer.
- Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.
Fadil's devastating fate finally came to light.
- Fadıl'ın yıkıcı kaderi sonunda gün ışığına çıktı.
The fate of the hostages depends on the result of the negotiation.
- Tutsakların kaderi görüşmenin sonucuna göre değişir.
The room looks different after I've changed the curtains.
- Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.
It made me supremely happy.
- Bu beni son derece mutlu etti.
I'm working full time in a bookshop until the end of September.
- Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.
The bus is full. You'll have to wait for the next one.
- Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.
The latest issue of the magazine will come out next Monday.
- Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.
... from Sonia classical perfect efficient you interesting Austrian guy living on ...
... You're a guy, I mean you have some resources, what ...