Bu haberi duymak onu mutlu etti.
- Diese Nachricht zu hören machte sie glücklich.
O zengin olmasına rağmen mutlu değil.
- Obwohl er reich ist, ist er nicht glücklich.
Sürücü ölümden kurtulacak kadar şanslıydı.
- The driver was so fortunate as to escape death.
Seni tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum.
- I feel fortunate to have known you.
Zayıf imanına rağmen, rahip onu kutsadı.
- Despite his weak faith, the priest blessed him.
O küçük kızını alnından öptü, onu kutsadı ve kısa bir süre sonra öldü.
- She kissed her little daughter on the forehead, blessed her, and shortly after died.
Gerçekten kutsanmışımdır.
- I'm just really blessed.
Mübarek hatırlamadan veren ve unutmadan alandır.
- Blessed are those who give without remembering and take without forgetting.
Bereket versin ki, yolda fırtınayla karşılaşmadılar.
- Fortunately they had no storms on the way.
Bereket versin ki Tom kazada ölmedi.
- Fortunately, Tom didn't die in the accident.
Fortunately, I was on time.
- Glücklicherweise war ich pünktlich.
Let others wage wars, you, fortunate Austria, marry.
- Mögen andere Kriege führen. Du, glückliches Österreich, heirate.
I met him by happy accident.
- Ich habe ihn durch einen glücklichen Zufall kennen gelernt.
I've never been this happy before.
- Ich war noch nie so glücklich.