gerçekleştirilmemiş

listen to the pronunciation of gerçekleştirilmemiş
التركية - الإنجليزية
unrealized

This is, even now, an unrealized dream. - Bu, şimdi bile, gerçekleştirilmemiş bir rüyadır.

of persons; marked by failure to realize full potentialities; "unfulfilled and uneasy men"; "unrealized dreams and ambitions"
Not realized; possible to obtain, yet not obtained
{s} not fulfilled, not realized (also unrealised)
gerçek
actual

Tom has actually never been to Boston. - Tom gerçekten asla Boston'da bulunmadı.

Tom says he has actually seen a ghost. - Tom gerçekten bir hayalet gördüğünü söylüyor.

gerçek
{s} real

She's really smart, isn't she? - O gerçekten zeki, değil mi?

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

gerçek
truth

Were they being told the truth? - Gerçek onlara söyleniliyormuydu?

All of you are familiar with the truth of the story. - Hepiniz gerçek hikayeyi biliyorsunuzdur.

gerçek
genuine

Tom was genuinely surprised. - Tom gerçekten şaşırmıştı.

I believe it is a genuine Picasso. - Onun gerçek bir Picasso olduğuna inanıyorum.

gerçek
{s} authentic

I doubt the authenticity of the document. - Belgenin gerçekliğinden şüpheliyim.

gerçek
{s} true

This is true of you, too. - Bu da seninle ilgili gerçek.

That he was busy is true. - Onun meşgul olduğu gerçektir.

gerçek
{s} virtual

Have you ever tried using a virtual reality headset? - Sanal gerçeklik kulaklığı kullanmayı hiç denedin mi?

Have you ever experienced virtual reality? - Sanal gerçekliği hiç deneyimledin mi?

gerçek
{s} factual

The factual world is often weirder than the fictional world. - Gerçek dünya genellikle kurgusal dünyadan daha tuhaftır.

As a consequence of its fun factor, Tatoeba contains random bits of factual information. - Eğlenceli faktörün bir sonucu olarak, Tatoeba rastgele gerçek bilgi bitleri içeriyor.

gerçek
fact

The facts did not become public for many years. - Gerçekler uzun yıllar boyunca açıklanmadı.

Many economists are ignorant of that fact. - Çok sayıda ekonomist, o gerçekten habersiz.

gerçek
{s} substantial

Using cash makes you think money is truly substantial. - Nakit kullanmak sana paranın gerçekten önemli olduğunu düşündürür.

gerçek
{i} Right

I really can't talk right now. - Gerçekten şu anda konuşamam.

Do you really want to sell your house right now? - Evini hemen satmayı gerçekten istiyor musun?

gerçek
very

I was really very happy. - Gerçekten çok mutluydum.

He is very clever indeed. - O gerçekten çok zeki.

gerçek
(Politika, Siyaset) achievable
gerçek
(Argo) fair dinkum
gerçek
honest-to-god
gerçek
low-down
gerçek
sure enough
gerçek
lowdown
gerçek
honest-to-goodness
gerçek
effective

That was really effective. - O gerçekten etkiliydi.

Preventive measures are much more effective than the actual treatment. - Önleyici tedbirler gerçek tedaviden çok daha etkilidir.

gerçek
full-fledged
gerçek
(Ticaret) effective tax rate
gerçek
gospel

What he says is gospel. - Onun söylediği şey gerçek.

gerçek
essential
gerçek
substance
gerçek
the real mccoy
gerçek
substantive
gerçek
candid

Even though the media reports that she is a potential presidential candidate, does anyone really think that she is a potential president? - Medya onun potansiyel bir başkan adayı olduğunu bildirmesine rağmen, herhangi biri gerçekten onun potansiyel bir başkan olduğunu düşünüyor mu?

gerçek
genuineness
gerçek
echt
gerçek
objective

Tom believes the philosophy of Ayn Rand is truly objective. - Tom, Ayn Rand felsefesinin gerçekten tarafsız olduğuna inanmaktadır.

gerçek
(Ticaret) tangibles
gerçek
disillusioned
gerçek
leal
gerçek
heartfelt
gerçek
veritable
gerçek
outright
gerçek
pukka
gerçek
as large as life
gerçek
regular

Esperanto is a truly regular and easy language. - Esperanto gerçekten düzenli ve kolay bir dildir.

gerçek
intrinsic
gerçek
issue of fact
gerçek
proper

A proper gentleman brings his lady red roses. - Gerçek bir beyefendi kadınına kırmızı güller getirir.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

gerçek
positive

I felt really positive. - Gerçekten olumlu hissettim.

gerçek
pucka
gerçek
dyed-in-the-wool
gerçek
sterling
gerçek
the real

He's holding the real story back from us. - O gerçek hikayeyi bizden gizliyor.

You should face the reality. - Gerçekle yüzleşmelisin.

gerçek
{s} earnest
gerçek
original
gerçek
sooth
gerçek
straight-out
gerçek
bona fide
gerçek
the true

Few people know the true meaning. - Gerçek anlamı birkaç kişi biliyor.

Wonder is the true character of the philosopher. - Filozofun gerçek karakteri meraktır.

gerçek
veracity
gerçek
exact

I think I'm starting to understand exactly what real love is. - Sanırım gerçek aşkın ne olduğunu tam olarak anlamaya başlıyorum.

I know exactly what you mean. Parents can be really annoying. - Ne demek istediğini tam olarak biliyorum. Anne ve babalar gerçekten sinir bozucu olabiliyorlar.

gerçek
for real

If you keep on complaining, I will get mad for real. - Şikayet etmeye devam edersen, gerçekten delireceğim.

Is this all for real? - Bunun hepsi gerçek mi?

gerçek
real, true, genuine, authentic
gerçek
really, in truth
gerçek
genunine
gerçek
reality

She looks young, but in reality she's over 40. - O genç görünüyor, ama gerçekte o, 40 yaşın üzerinde.

Can't you divorce fantasy from reality? - Hayali gerçekten ayıramıyor musun?

gerçek
low down
gerçek
rightful

These items must be returned to their rightful owner. - Bu eşyalar gerçek sahibine iade edilmelidir.

gerçek
real; genuine, true, authentic; factual; actual; reality; truth; fact; actuality
gerçek
honest to goodness
gerçek
actualities
gerçek
dinkum
gerçek
truthful

You will answer truthfully, won't you? - Gerçekten cevap vereceksin, değil mi?

I don't think he is truthful. - Onun gerçekçi olduğunu sanmıyorum.

gerçek
literal

She explained the literal meaning of the sentence. - O, cümlenin gerçek anlamını açıkladı.

He explains the literal meaning of the sentence. - O, cümlenin gerçek anlamını açıklıyor.

gerçek
honest to god
gerçek
reality, truth
gerçek
(Hukuk) genuine, actual
gerçek
sincere

Tom seemed really sincere. - Tom gerçekten samimi görünüyordu.

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

gerçek
troth
gerçek
verity
gerçek
{s} unfeigned
gerçek
actuality
gerçek
truism
gerçek
{s} tangible
gerçek
veritas
gerçek
{s} veracious
gerçek
earnest(1)
gerçek
straightout
gerçek
simonpure
التركية - التركية

تعريف gerçekleştirilmemiş في التركية التركية القاموس.

Gerçek
reel
Gerçek
şeniyet
Gerçek
fiziksel
Gerçek
asıl
Gerçek
hakiki
gerçek
Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa, duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek
gerçek
Temel, başlıca, asıl
gerçek
Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır."- N. Ataç
gerçek
Gerçeklik, realite: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti."- H. E. Adıvar
gerçek
Yapay olmayan
gerçek
Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
gerçek
Gerçek olma durumu, gerçeklik, realite
gerçek
Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
gerçek
Yalan olmayan, doğru olan şey
gerçek
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
gerçek
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki
gerçekleştirilmemiş
المفضلات