A group of youths attacked the old man.
- Gençlerden oluşan bir grup yaşlı adama saldırdı.
Youths who are caught violating the new rules on behaviour will lose their right to free travel, and will have to complete unpaid community work to earn it back.
- Yeni davranış kurallarını ihlâl etmekten yakalanan gençler seyahat özgürlüğü haklarını kaybedecekler, ve bu hakkı geri almak için parasız toplum işini tamamlamak zorunda kalacaklar.
The youth eat in the garden.
- Gençler bahçede yerler.
A group of youths attacked the old man.
- Gençlerden oluşan bir grup yaşlı adama saldırdı.
One of the youngsters screamed.
- Gençlerden biri çığlık attı.
The young adapt to change easily.
- Gençler değişime kolayca uyum sağlarlar.
The movie is popular among the youngsters.
- Film, gençler arasında popüler.
The youngsters were singing folk songs.
- Gençler halk şarkıları söylüyorlardı.
The young should respect the old.
- Gençler yaşlılara saygı göstermeliler.
The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
- Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
He is a robust young man.
- O sağlam genç bir adam.
Jolanta is a very beautiful teenager girl from Bronisław's university.
- Jolanta, Bronisław'ın üniversitesinden gelen, çok güzel bir genç kızdır.
They are extremely popular among teenagers.
- Gençler arasında müthiş derecede popülerler.
He's a fine young lad.
- O iyi genç bir delikanlı.
She is a very intelligent young lady.
- Çok zeki genç bir hanımdır.
Don't pick on younger kids.
- Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
My mother used to read me stories when I was a young kid.
- Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
Tom is a little younger than your daughter.
- Tom senin kızından biraz daha genç.
You're a little too young for me.
- Benim için biraz çok gençsin.
John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
She's two years younger than him.
- O, ondan iki yaş daha gençtir.
The youth in Malaysia really like Korean and Japanese celebrities.
- Malezya'daki gençlik Kore ve Japonya'daki ünlülerden gerçekten hoşlanıyor.
You may have good reason to think that your youth is over.
- Gençliğinin bittiğini düşünmek için iyi bir nedenin olabilir.
The audience were mostly adolescents.
- Seyirciler genellikle gençti.
Junior, why don't we go into a group together?
- Genç, neden birlikte bir gruba girmiyoruz?
A young person is waiting for you outside.
- Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.
A young person wants to see you.
- Genç bir kişi seni görmek istiyor.
A young man is singing before the door.
- Kapının önünde genç bir adam şarkı söylüyor.
There were two people in it, one of her girl students and a young man.
- Onun içinde iki kişi vardı, onun kız öğrencilerinden birisi ve genç bir adam.
Though he is old, he has a youthful spirit.
- Yaşlı olmasına rağmen genç bir ruhu var.
She always has such glowing youthful skin.
- Onun hep böyle parlayan genç bir cildi var.
Jolanta is a very beautiful teenager girl from Bronisław's university.
- Jolanta, Bronisław'ın üniversitesinden gelen, çok güzel bir genç kızdır.
Tom is still in his teens.
- Tom hâlâ gençlik çağlarında.
These four youths share an apartment in the metropolitan area.
- Bu dört genç, metropol bölgesinde bir daireyi paylaşıyorlar.
Youths who are caught violating the new rules on behaviour will lose their right to free travel, and will have to complete unpaid community work to earn it back.
- Yeni davranış kurallarını ihlâl etmekten yakalanan gençler seyahat özgürlüğü haklarını kaybedecekler, ve bu hakkı geri almak için parasız toplum işini tamamlamak zorunda kalacaklar.