ganzer tag : bütün hafta.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
- This window overlooks the whole city.
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
- The whole world is watching the summit conference.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
- Tom remained wide awake the whole night.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
- He drank a whole bottle of milk.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Sen gençsin. Senin önünde sağlıklı bir hayat var.
- You're young. You have your whole life ahead of you.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.