güzelleştirici

listen to the pronunciation of güzelleştirici
التركية - الإنجليزية
beautifier
beautifying
cosmetic
güzel
{s} good

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

güzel
{s} lovely

Meg has a lovely face. - Meg'in güzel bir yüzü var.

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

güzel
pleasant

It was hard for me to act pleasantly to others. - Başkalarına güzel bir şekilde davranmak benim için çok zordu.

It is very pleasant to cross the ocean by ship. - Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

güzel
pretty

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

güzel
nice

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
{s} fine

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

güzel
smart

I think it's the smart thing to do. - Sanırım o yapmak için güzel şey.

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

güzel
beauty

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

güzel
beautifully

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Why sentences? …you may ask. Well, because sentences are more interesting. - Neden cümleler? ... diye sorabilirsiniz. Güzel, çünkü cümleler daha ilgi çekicidir.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

What should we do to protect the beautiful earth from pollution? - Güzel dünyayı kirlilikten korumak için ne yapmalıyız?

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

Mary was definitely the prettiest girl at the party. - Mary kesinlikle partide en güzel kızdı.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

That girl is good-looking. - O kız güzel görünümlü.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

The sky promises fair weather. - Gökyüzü güzel hava vaadediyor.

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

güzel
grand

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

güzel
princely
güzel
stunning

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

My book is prettier than my friend's. - Benim kitabım arkadaşımınkinden daha güzel.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

He whispered sweet nothings into her ear. - Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleştirici
المفضلات