güzelleşme

listen to the pronunciation of güzelleşme
التركية - الإنجليزية

تعريف güzelleşme في التركية الإنجليزية القاموس.

güzel
{s} good

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

It smelled really good. - Gerçekten güzel koktu.

güzel
{s} lovely

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

güzel
pleasant

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

güzel
{s} beautiful

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

I am more beautiful than you. - Ben senden daha güzelim.

güzel
pretty

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

My mother bought me a pretty dress this past Sunday. - Geçtiğimiz Pazar annem bana güzel bir elbise aldı.

güzel
nice

The style is nice, but do you have it in a different color? - Tarz güzel, ama farklı bir renginiz var mı?

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
{s} fine

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

He wrote a fine preface to the play. - O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

güzel
beauty

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

güzel
beautifully

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

Tom was nicely dressed. - Tom güzel giyinmişti.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzelleşmek
refine
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

A pretty girl like you will definitely be noticed. - Senin gibi güzel bir kız kesinlikle fark edilir.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

He wants to meet that good-looking girl. - Güzel bir kızla tanışmak istiyor.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

güzel
grand

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

güzel
princely
güzel
stunning

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

Mary is stunningly beautiful. - Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzelleşmek
smarten
güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

My book is prettier than my friend's. - Benim kitabım arkadaşımınkinden daha güzel.

No girl in my class is prettier than Linda. - Sınıfımdaki hiçbir kız Linda'dan daha güzel değildir.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzelleşmek
to become good or excellent
güzelleşmek
to become beautiful
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

This flower smells sweet. - Bu çiçek güzel kokuyor.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleşmek
blossom out
güzelleşmek
bloom
güzelleşmek
flourish
güzelleşmek
wax beautiful
güzelleşmek
beautify
التركية - التركية
Güzelleşmek işi
Güzelleşmek işi: "Boğaz bahçelerinin güzelleşmesi için büyük çabalar göstermiştir."- S. Birsel
(Osmanlı Dönemi) ABB
güzel
Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde
güzel
Pek iyi, doğru
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BEHİYE
güzel
Görgü kurallarına uygun olan
güzel
Güzellik kraliçesi
güzel
Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran
güzel
Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı
Güzel
cemile
Güzel
cıcık
Güzel
gökçe
Güzel
cemil
Güzel
(Osmanlı Dönemi) CEMİL
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BÂHİR
Güzelleşmek
güzel olmak
güzel
Güzel kız veya kadın
güzel
Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran
güzel
İyi; hoş
güzel
Sakin, hoş (hava)
güzel
Sakin, hoş
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran. İyi, hoş: "Güzel şey canım, milletvekili olmak!"- Ç. Altan
güzelleşmek
Güzel bir durum almak
güzelleşmek
Güzel bir durum almak: "Şişman, bacakları da eğri olmasa, eski Nadir Hanım'a bakarak çok güzelleşmiş denilebilir."- M. Ş. Esendal
güzelleşme
المفضلات