güzelleş

listen to the pronunciation of güzelleş
التركية - الإنجليزية
become fair
güzel
{s} good

It smelled really good. - Gerçekten güzel koktu.

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

güzel
{s} lovely

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

güzel
pleasant

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

güzel
pretty

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

güzel
nice

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

I hope it will be nice. - Havanın güzel olacağını umuyorum.

güzel
{s} fine

The island has a fine harbor. - Adanın güzel bir limanı var.

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

güzel
smart

I think it's the smart thing to do. - Sanırım o yapmak için güzel şey.

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

güzel
beauty

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

güzel
beautifully

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom was nicely dressed. - Tom güzel giyinmişti.

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

güzel
fair

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

güzel
grand

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

güzel
princely
güzel
stunning

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

güzel
attractive

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

He whispered sweet nothings into her ear. - Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

The cheesecake tasted too sweet. - Peynirli kekin tadı çok güzeldi.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleş
المفضلات