تعريف gücü في التركية الإنجليزية القاموس.
- reed, weaving reed
- reed
- reed (of a loom), sley
- any of several varieties of tall marsh grass; thin piece of wood or plastic placed on the mouthpiece of reed instruments (the air flow causes it to vibrate and create sound)
- (Tekstil) slay
- (Tekstil) sley
- strength of
- power rating
- (Tekstil) weaving reed
- güç
- power
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
- güç
- (Askeri) strength
Everyone has strengths and weaknesses.
- Herkesin güçlü ve zayıf yönleri vardır.
The strengthening of competitiveness on export markets is an urgent need.
- İhracat pazarlarında rekabet gücünün güçlendirilmesi acil bir ihtiyaçtır.
- hayal gücü
- imagination
When we write a novel, we exercise our imagination.
- Bir roman yazarken, hayal gücümüzü çalıştırırız.
Knowing is nothing, imagination is everything.
- Bilmek bir şey değildir, hayal gücü her şeydir.
- iş gücü
- Workforce
- hayal gücü kuvvetli
- imaginative
- güç
- force
Japanese forces marched into Burma.
- Japon güçleri Birmanya'ya yürüdü.
At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack.
- Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.
- gücü yetme
- to afford
- gücü yetmek
- afford
- gücü aşan
- ultra vires
- gücü dahilinde
- within one's powers
- gücü olmama
- inability
- gücü takımları
- heddles
- gücü tükenmek
- burn oneself out
- gücü yeten
- able
- gücü yetme
- capability
- gücü yetmek
- a) to be strong enough b) to afford c) to be able to cope with
- gücü yetmemek
- can't
- gücü yetmemek
- cannot
- gücü yetmez
- unable
- gücü yettiği kadar
- as much as one can
- gürültü gücü
- noise power
- güvenlik gücü
- detective force
- dayanma gücü
- stamina
You need a lot of stamina to add ten thousand sentences.
- On bin tane cümle eklemek için dayanma gücüne çok ihtiyacın var.
What you lack is stamina.
- Yoksun olduğun şey dayanma gücü.
- güç
- {i} intensity
- güç
- might
It is justice, and not might, that wins in the end.
- Sonunda kazanacak olan güç değil adalettir.
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
- dayanma gücü
- vitality
- güç
- dominance
- güç
- {i} ability
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
- hareket gücü
- (Fizik,Gıda) momentum
- hayal gücü kıt
- unimaginative
- her şeye gücü yeten
- almighty
- kas gücü
- brawn
- kavrama gücü
- presentation
- yaşama gücü
- vitality
- cinsel gücü yüksek
- potent
- dayanma gücü
- strength
- adam gücü
- hand
- barış gücü
- peace establishment
- beygir gücü saat
- horsepower hour
- beyin gücü
- brain power
- beyin gücü
- brainpower
- bilek gücü
- (Konuşma Dili) brute force
- birlik gücü
- (Askeri) unit strength
- deniz gücü
- (Askeri) naval force
- deniz gücü
- sea power
- elektrik gücü
- (Elektrik, Elektronik) electrical energy
- elektrik gücü
- (Elektrik, Elektronik) electrical power
- emek gücü
- (Ticaret) labour power
- emme gücü
- (Gıda) suction potential
- emme gücü
- (Tarım,Teknik) absorbing power
- görev gücü
- task force
- gücü yetmek
- strong enough
- güç
- muscle
Courage is very important. Like a muscle, it is strengthened by use.
- Cesaret çok önemlidir. Bir kas gibi kullandıkça güçlenir.
Without strong tendons, large muscles are of no use.
- Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.
- güç
- mean
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
- güç
- laborious
- güç
- choosy
- güç
- ascendancy
- güç
- compulsion
- güç
- competency
- güç
- resource
- güç
- onerous
- güç
- (deyim) go hard for
- güç
- fastidious
- güç
- stiff
- güç
- puissance
- güç
- tough
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
- güç
- vires
- güç
- problematic
- güç
- formidable
- güç
- onerous ağır
- güç
- (Ticaret) coercive power
- güç
- troublesome
- güç
- (deyim) go hard with
- güç
- virtue
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
- güç
- austere
- güç
- duty
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
- güç
- invest
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
- hayal gücü
- fancy
- ikna edebilme gücü
- persuasiveness
- insan gücü
- man power
- insan gücü
- labor force
- itme gücü
- (Askeri) thrust
- itme gücü
- buoyancy
- kesme gücü
- breaking capacity
- maddi olarak gücü yetmek
- afford
- makine gücü
- (Ticaret) machine power
- motor gücü
- motor rating
- piyasa gücü
- (Ticaret) market power
- polis gücü
- police power
- rekabet gücü
- (Ticaret) competitiveness
- roket itme gücü
- (Askeri) rocket propulsion
- ses gücü
- volume
- ses gücü
- acoustic power
- sevk gücü
- (Askeri) propulsion
- silah gücü
- (Askeri) armament
- sistem gücü
- (Bilgisayar) system power
- tahrik gücü
- (Mekanik,Teknik) driving power
- tahrik gücü
- motive power
- vergilendirme gücü
- taxing power
- gücü yet
- afford
He cannot afford to marry.
- Onun evlenmeye gücü yetmiyor.
He used to eat out every day, but now he can't afford it.
- O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
- güç
- difficult
He was confronted with some difficulties.
- Bazı güçlüklerle yüz yüze getirildi.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
- güç
- rough
- güç
- torque
- güç
- strenuous
- güç
- troublous
- güç
- ardous
- güç
- zip
- güç
- push
- güç
- ascendance
- güç
- arduous
- güç
- sticky
- güç
- energy
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
- güç
- trying
Tom could barely hear what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.
They are trying to cozy up to imperialist forces in order to achieve their political aims.
- Onlar politik amaçlarına ulaşmak için sömürgeci güçlere yaranmaya çalışmaktadırlar.
- güç
- heavy
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
- güç
- sap
- güç
- arm
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
He has powerful arms.
- Onun güçlü bir kolları var.
- güç
- thews
- güç
- sinew
- güç
- exacting
- güç
- effort
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
- güç
- impossible
- güç
- {i} potential
- açıklama gücü
- the explanatory power
- düşünce gücü
- Mind power
- düşünme gücü
- thinking power
- emek gücü
- (Ekonomi) (Emeğin gücü) Labour power; power of labour
- görevini yapacak yeterli gücü olmayan
- sufficient power to act without
- güç
- tricky
- güç
- power of
- iş başarma gücü, bir direnmeyi yenme gücü
- achieved power, the power to overcome resistance to
- iş gücü maliyeti
- labo(u)r costsworkforce cost
- işçi gücü
- manpower
Bu fabrikayı kurabilmemiz için işçi gücüne ihtiyacımız olacak.
- işçi gücü
- productive power
- polis gücü
- police force
Institutionalised racism is a significant problem within the police force.
- Kurumsallaşmış ırkçılık polis gücü içinde önemli bir sorun.
- verim gücü
- yield strength
- BM Barış Gücü Harekatlar Dairesi
- (Askeri) United Nations Department for Peacekeeping Operations
- BM Lübnan Geçici Barış Gücü
- (Askeri) United Nations Interim Force in Lebanon
- BM acil barış gücü
- (Askeri) United Nations emergency force
- BM koruma gücü
- (Askeri) United Nations protection force
- Birleşmiş Milletler Barış Gücü Kuvvetleri
- (Hukuk) Peace Keeping Forces of the United Nations
- Deniz Kuvvetleri unsuru insan gücü veya personel karargah subayı
- (Askeri) Navy component manpower or personnel staff officer
- NATO Savunma İnsan Gücü Komitesi
- (Askeri) North Atlantic Treaty Organization (NATO) Defense Manpower Committee
- NATO Yıllık İnsan Gücü Planı
- (Askeri) North Atlantic Treaty Organization (NATO) Annual Manpower Plan
- acil durum gücü
- (Askeri) emergency power
- aklın bilme gücü
- cognation
- akıl gücü
- intellectual power
- alma gücü
- receptivity
- alıcının gücü
- receptivity
- alım gücü
- purchasing power
- amper gücü
- amperage
- anlama gücü
- comprehensive faculty
- anten gücü
- antenna power
- artış gücü
- climbing ability
- asit gücü
- acidic strength
- askeri insan gücü seferberlik ve yükümlülük durum raporu
- (Askeri) military manpower mobilization and accession status report
- ateş gücü
- firepower
- ateşleme gücü
- firing power
- aydınlatma gücü
- luminous energy
- ayrıştırma gücü
- separative power
- ayırma gücü
- separating power
- ağartma gücü
- whitening power
- barış gücü
- peaceful keeping force
- barış gücü
- Peace Corps
- barış gücü
- (Hukuk) peace force, peace keeping force
- basit gücü teli
- (Tekstil) simple heald wire
- bağlayıcı gücü olmak
- (Hukuk) to have a binding force
- başarma gücü
- performance
- beygir gücü
- h p
- beygir gücü
- horsepower
Tom's car has 100 horsepower.
- Tom'un arabasının 100 beygir gücü var.
My car is deficient in horsepower.
- Arabam beygir gücünde yetersiz.
- beygir gücü
- (Otomotiv) hp
- bilek gücü
- fist law
- bilinçaltını kontrol etme gücü
- censor
- birlik insan gücü personel kayıdı
- (Askeri) unit manpower personnel record
- boyama gücü
- dyeing power, colouring power, tinctorial power
- buhar gücü
- steam power
- büyütme gücü
- magnifying power
- cinsel gücü az
- undersexed
- dalga gücü
- wave power
- dalga gücü
- (Çevre) wave force
- dayanacak gücü kalmamak
- be at the end of one's tether
- dayanacak gücü kalmamak
- to be at the end of one's tether
- dayanma gücü
- staying power
- dayanma gücü
- bottom
- dayanma gücü
- resistance
- dayanma gücü ile ilgili
- staminal
- dağılma gücü
- diffusivity
- delme-çukur açma gücü
- (Askeri) penetration and piercing power
- deneme gücü
- testing power
- devletin kamu gücü
- (Hukuk) jure imperii
- difüzyon gücü
- diffusibility
- direnme gücü
- (Askeri) morale of resistance
- doyum gücü
- saturating power
- düzgün boyama gücü
- (Tekstil) levelling power
- düzgün boyama gücü
- leveling power
- düş gücü
- imagination
- eksik iş gücü
- underemployment
- elektrik hareket gücü
- electromotive force
- emiş gücü
- suction
- emme gücü
- absorbing capacity
- eritme gücü
- dissolving power
- eşeke gücü yetmeyip semerini dövmek
- (Konuşma Dili) to vent one's fury on a less powerful person than the one in charge
- fren gücü
- brake power
- frenleme gücü
- braking force
- gelgit elektrik gücü tesisi
- (Coğrafya) tidal plant
- gelgit gücü
- tidal power
- görme gücü
- vision
Birds have sharp vision.
- Kuşların keskin bir görme gücü vardır.
- görme gücü
- eyesight, eye, sight, vision
- gösterge gücü
- (Havacılık) indicated horsepower
- güç
- clutch
- güç
- difficulty
She had no difficulty in learning the poem by heart.
- O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
- güç
- punch