gözle

listen to the pronunciation of gözle
التركية - الإنجليزية
(Bilgisayar) watch

Mother asked the babysitter to watch the children. - Anne bebek-bakıcısından çocukları gözlemesini rica etti.

Bird watching is a nice hobby. - Kuş gözlemciliği güzel bir hobi.

{f} observing

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

Tom was observing the sky with his telescope when he discovered a mysterious new object. - Tom gizemli yeni bir nesne keşfettiğinde teleskobuyla gökyüzünü gözlemliyordu.

{f} eye

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

I closed my eyes to calm down. - Sakin olmak için gözlerimi kapattım.

{f} observed

I noticed I was being observed. - Gözlenmekte olduğumu fark ettim.

I observed that his hands were unsteady. - Ellerinin titrek olduğunu gözlemledim.

observe

This is a time of year when people get together with family and friends to observe Passover and to celebrate Easter. - Bu, Hamursuz bayramını gözlemlemek ve Paskalyayı kutlamak için insanların aileleri ve arkadaşlarıyla bir araya geldiği, yılın bir zamanıdır.

Tom likes to observe the people walking by. - Tom yürüyen insanları gözlemlemeyi sever.

{f} surveyed
optical
göz
eye

I closed my eyes to calm down. - Sakin olmak için gözlerimi kapattım.

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

gözlemek
watch
gözle görülebilir
visible
gözle görülemez
invisible
gözle görülür
visible
gözle görülür derecede
visible as
gözle görülebilir
macroscopic
gözle görülür
observable
gözle görülür biçimde
ocularly
gözle görülür biçimde
evidently
gözle görünür yerde
within sight
gözle görünür yerde
in sight
gözle ilgili
ophthalmic
gözlemek
monitor

Sir Peter Blake was tragically killed by pirates on the Amazon river in 2001 as he was on a mission to monitor environment change. - Bay Peter Blake çevre değişikliğini gözlemek için bir görevdeyken 2001 yılında Amazon nehrinde korsanlar tarafından feci şekilde öldürüldü.

gözlemek
miss

Sir Peter Blake was tragically killed by pirates on the Amazon river in 2001 as he was on a mission to monitor environment change. - Bay Peter Blake çevre değişikliğini gözlemek için bir görevdeyken 2001 yılında Amazon nehrinde korsanlar tarafından feci şekilde öldürüldü.

gözlemek
long
dört gözle beklemek
to look forward to
göz
cell
gözlemek
wait for
gözlemek
watch over
göz
(Bilgisayar) cell spreadsheet
göz
(İnşaat) niche
göz
look

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

My car looks shabby in comparison with his new one. - Yenisiyle karşılaştırıldığında benim arabam külüstür gözüküyor.

göz
locker
göz
spring

I'm looking forward to the return of spring. - Baharın gelişini dört gözle bekliyorum.

göz
glance

I glanced at his letter. - Onun mektubuna göz attım.

I just want to glance at the paper. - Gazeteye sadece göz atmak istiyorum.

göz
section
göz
subterranean
gözle görülür
in sight
gözlemek
patrol
gözlemek
eye
göz
drawer

Tom looked through the drawers. - Tom çekmeceleri gözden geçirdi.

gözle görülerek
macroscopically
gözle ilgili
optic
gözlemek
observe

Mary likes to observe birds. - Mary kuşları gözlemekten hoşlanır.

I'm just here to observe. - Ben sadece gözlemek için buradayım.

gözlemek
watch for
gözlemek
cover
gözlemek
abide
göz
optic

The use of optical instruments with this product will increase eye hazard. - Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.

göz
to eye
göz
browses
göz
opthalmic
Göz
(Tıp) ophthalmus
bu gözle
from this point of view
dört gözle bakmak
to look carefully (at)
dört gözle beklemek
to wait eagerly (for)
eğri (gözle) bakmak
to look at (someone) malevolently, look at (someone) with malevolence in one's eyes
fena gözle bakmak
1. to harbor evil intentions (towards). 2. to look daggers (at). 3. to look at (someone) with a lustful eye
göz
cubicle
göz
ophthalmic
göz
eye (on a potato)
göz
ocular
göz
drawer (in a piece of furniture)
göz
bad luck inflicted by an evil eye
göz
eye (in cheese); hole (in bread)
göz
fountainhead, source (of a stream or river); spring
göz
cubby
göz
eye (of a needle)
göz
orbital
göz
desire, interest
göz
eye; sight; cell
göz
cuddy; eyehole
göz
esteem, favor, friendly regard
göz
optical

The use of optical instruments with this product will increase eye hazard. - Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.

göz
eye, the depression at the calyx end of some fruits
göz
evil eye
göz
eye; glance, look; compartment, section, division; drawer, locker; (ağ) mesh; spring, source; bud
göz
opto
göz
central core (of a boil)
göz
division, section, compartment; pigeonhole; cubbyhole
göz
eye, manner or way of looking at a thing; estimation; opinion
göz
sight, vision
göz
cubbyhole
göz
rudimentary bud
göz
orb

Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn. - Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.

göz
pan (of a balance)
göz
compartment

Tom opened the glove compartment and took out his registration. - Tom torpido gözünü açtı ve ruhsatını çıkardı.

Tom opened the glove compartment and took out a pair of sunglasses. - Tom torpido gözünü açtı ve bir güneş gözlüğü çıkardı.

göz
section, division, square (on a game board)
göz
small hole (as in a needle); optic; blinker; orbit
göz
{i} orbit

Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn. - Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.

göz
whammy
göz
{i} sight

We have lost sight of him. - Biz onu gözden kaybettik.

He hid his dictionary out of sight. - O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.

göz
{i} blinker

Why do horses wear blinkers? - Atlar neden at gözlükleri takarlar?

göz
{i} cuddy
göz
peeper
göz
{i} glim

It's still impossible with the naked eye. With binoculars you might be able to glimpse it.... - Çıplak gözle hâlâ imkansız. Ona dürbünle bakabilirsin.

In looking through the mist, I caught a glimpse of my future. - Sis perdesinin arasından, kendi geleceğim gözüme ilişti.

göz
loculus
göz
{i} eyehole
gözle görülür
{s} ocular
gözle ilgili
ocular
gözlemek
to watch for, to wait for; to observe
gözlemek
to watch, observe
gözlemek
spy out
gözlemek
to wait for, watch out for
gözlemek
to keep an eye on, keep a close watch on
gözlemek
to watch (someone, something) secretly, spy on; to peep at
gözlemek
spy
gözlemek
sight
gözlemek
await
iki gözle görme/ göze değgin görme
binocular vision
iyi gözle bakmamak
not to think much of sb/sth
iyi gözle bakmamak
to have a bad opinion of
sizinle tekrar görüşmeyi dört gözle bekleyeceğim
I'm looking forward to seeing you again
yan gözle bakmak
1. to look at (someone) out of the corner of one's eye. 2. to look askance at, look at (someone, something) disdainfully. 3. to look at (someone, something) hostilely or venomously
yan gözle bakmak
take a slant at
yan gözle bakmak
a) to look askance b) to look hostilely
yan gözle out of
the corner of one's eye
çıkış saatini dört gözle bekleyen kimse
clock watcher
çıplak gözle
with the naked eye
التركية - التركية

تعريف gözle في التركية التركية القاموس.

göz
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
Göz
me
Göz
(Osmanlı Dönemi) MUKLE
Göz
dide
Göz
basar
Göz
lakrima
Göz
dünya penceresi
Göz
(Osmanlı Dönemi) NAZIRA
Göz
(Hukuk) ÇEŞM
Göz
(Osmanlı Dönemi) BİNA
Göz
ayn
Gözle ilgili
ayni
Gözlemek
(Osmanlı Dönemi) TA'KİB
Gözlemek
gözlemlemek
göz
Terazi gözü
göz
Suyun topraktan kaynadığı yer
göz
Bölüm, hane
göz
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
göz
Bakış, görüş
göz
İçine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir şeyin her bölmesi
göz
Delik, boşluk: "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır."- S. F. Abasıyanık. Çekme, çekmecelerin her biri
göz
Çekme, çekmecelerin her biri
göz
Bazı yaraların uç bölümü
göz
Delik, boşluk
göz
Bölüm, kesim
göz
İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış
göz
çekmece
göz
Suyun kaynağı
göz
Terazi kefesi
göz
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk
göz
Görme ve bakma
göz
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak: "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?"- T. Buğra
göz
Görme organı
göz
Bazı deyimlerde, görme ve bakma. İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış
göz
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
göz
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
göz
çürük, temelsiz
göz
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar: "İnsanı gözle yiyip bitirirler."- Ö. Seyfettin
gözlemek
Korumak, kollamak
gözlemek
İncelemek, araştırmak
gözlemek
Bir şeyin olmasını veya bir kimsenin gelmesini beklemek, intizar etmek
gözlemek
Dikkatle bakmak, tarassut etmek. İncelemek, araştırmak
gözlemek
Koumak, kollamak
gözlemek
Dikkatle bakmak, tarassut etmek
gözlemek
Gizlice bakmak, gözetlemek
gözle
المفضلات