göz

listen to the pronunciation of göz
التركية - الإنجليزية
eye

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

cell
(Bilgisayar) cell spreadsheet
(İnşaat) niche
look

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

It looks like it's going to rain. - Yağmur yağacak gibi gözüküyor.

locker
spring

I'm looking forward to the return of spring. - Baharın gelişini dört gözle bekliyorum.

glance

Will you glance through this report? - Bu rapora bir göz atar mısın?

I glanced at his letter. - Onun mektubuna göz attım.

section
subterranean
optic

The use of optical instruments with this product will increase eye hazard. - Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.

cubicle
ophthalmic
eye (on a potato)
ocular
drawer (in a piece of furniture)
bad luck inflicted by an evil eye
eye (in cheese); hole (in bread)
fountainhead, source (of a stream or river); spring
cubby
eye (of a needle)
orbital
desire, interest
eye; sight; cell
drawer

Tom looked through the drawers. - Tom çekmeceleri gözden geçirdi.

cuddy; eyehole
esteem, favor, friendly regard
optical

The use of optical instruments with this product will increase eye hazard. - Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.

eye, the depression at the calyx end of some fruits
evil eye
eye; glance, look; compartment, section, division; drawer, locker; (ağ) mesh; spring, source; bud
opto
central core (of a boil)
division, section, compartment; pigeonhole; cubbyhole
eye, manner or way of looking at a thing; estimation; opinion
sight, vision
cubbyhole
rudimentary bud
orb

Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn. - Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.

pan (of a balance)
compartment

Tom searched the glove compartment for a map. - Tom harita için torpido gözünü aradı.

Tom opened the glove compartment and noticed the registration was missing. - Tom torpido gözünü açtı ve ruhsatın eksik olduğunu fark etti.

section, division, square (on a game board)
small hole (as in a needle); optic; blinker; orbit
to eye
browses
opthalmic
(Tıp) ophthalmus
{i} orbit

Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn. - Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.

whammy
{i} sight

I caught sight of hundreds of birds. - Yüzlerce kuş gözüme ilişti.

He hid his dictionary out of sight. - O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.

{i} blinker

Why do horses wear blinkers? - Atlar neden at gözlükleri takarlar?

{i} cuddy
peeper
{i} glim

It's still impossible with the naked eye. With binoculars you might be able to glimpse it.... - Çıplak gözle hâlâ imkansız. Ona dürbünle bakabilirsin.

In looking through the mist, I caught a glimpse of my future. - Sis perdesinin arasından, kendi geleceğim gözüme ilişti.

loculus
{i} eyehole
göz önünde bulundurmak
consider

The first thing you have to take into consideration is time. - Göz önünde bulundurmak zorunda olduğun ilk şey zamandır.

I can't believe that you aren't at least willing to consider the possibility that there's another explanation. - Bir açıklama daha olma ihtimalini göz önünde bulundurmak için zerre kadar istekli olmadığına inanamıyorum.

göz önünde tutma
consideration

She should take into consideration the advice of her mother. - O, annesinin tavsiyesini göz önünde tutmalıdır.

göz kırpmak
wink
göz atmak
{f} glance

You might want to glance at this. - Buna göz atmak isteyebilirsin.

I just want to glance at the paper. - Gazeteye sadece göz atmak istiyorum.

göz kırpmak
twinkle
göz önüne almak
consider

We have to take this problem into consideration. - Bu sorunu göz önüne almak zorundayız.

It is very important to consider the cultural background of the family. - Ailenin kültürel geçmişini göz önüne almak çok önemlidir.

göz önüne alma
consideration
göz kamaştırıcı
dazzling
göz zevkini bozan şey
eyesore
göz önünde bulundurmak
take into account
göz atmak
go through
göz hapsinde tutma
probation
göz kamaştırıcı
gorgeous

She was a gorgeous girl of 22. - O 22 yaşında göz kamaştırıcı bir kızdı.

I think you're absolutely gorgeous. - Senin kesinlikle göz kamaştırıcı olduğunu düşünüyorum.

göz yummak
(Hukuk) condone
göz alıcı
glamorous

Mary earns a lot of money and has a glamorous lifestyle. - Mary çok para kazanır ve göz alıcı bir yaşam tarzına sahiptir.

göz önüne almak
allow
göz çukuru
orbit
göz aldanması
illusion

Everything is just an illusion. - Her şey sadece bir göz aldanması.

göz alıcı
glittering
göz alıcı
glittery
göz at
check it out
göz kırpma
winking
göz kırpmak
wink at
göz yummak
overlook
göz önünde tutma
allowance

The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused. - Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.

göz önünde tutmak
reckon with
göze göz dişe diş
an eye for an eye
göz kırpma
twinkle
göz yummak
connive
göz akı
(Anatomi) sclera
göz akımı
(Bilgisayar) mesh current
göz almak
blind
göz almak
dazzle
göz alıcı
eye catching
göz alıcı
eyeful
göz alıcı
eye-popping
göz alıcı
flashy
göz at
browse

Tom uses Internet Explorer to browse the web. - Tom, internete göz atmak için İnternet Explorer kullanıyor.

Tom uses Safari to browse the web. - Tom, web'e göz atmak için Safari'yi kullanır.

göz atma
(Bilgisayar) browse
göz atma
browsing
göz atma
glance
göz atmak
check on
göz atmak
dip into
göz atmak
glance over
göz atmak
run an eye over
göz atmak
(Konuşma Dili) cast an eye over
göz atmak
glean
göz atmak
check up on
göz atmak
glance at

I just want to glance at the paper. - Gazeteye sadece göz atmak istiyorum.

You might want to glance at this. - Buna göz atmak isteyebilirsin.

göz atmak
(Konuşma Dili) cast one's eye over
göz atmak
look through
göz atmak
take a squint
göz atmak
take a look at

Would you like to take a look at it? - Buna bir göz atmak ister misin?

I will go and take a look at the house. - Eve bir göz atmak için gideceğim.

göz atmak
have a squint
göz atmak
give the once-over
göz aşısı
budding
göz dağı
defiance
göz dağı
challenge
göz dibi
(Tıp) fundus
göz dişi
canine
göz etmek
cock one's eye at
göz etmek
make eyes at
göz etmek
wink at
göz farı
eye shadow

Mary is wearing eye shadow. - Mary göz farı sürüyor.

Is Mary wearing eye shadow? - Mary göz farı kullanıyor mu?

göz içi
(Tıp) intraocular
göz rengi
eye color

Tom's eye color is green. - Tom'un göz rengi yeşildir.

göz yaşı
(Tıp) tear

It took a lot of time, blood, sweat and tears to clean it. - Bunu temizlemek bir sürü zaman, kan, ter ve göz yaşı aldı.

göz yaşı dökmek
shed tears
göz yumma
toleration
göz önüne almak
keep in view
göze göz
eye for an eye
göz önüne almak
take cognizance of
göz altı
under eye
göz açtırmamak
Give no respite (to), give no chance to recover, clamp down on someone
göz değmesi
evil eyeput the whammy on sb
göz etmek
eye to
göz göze
eye

Our eyes should meet when we shake hands. - El sıktığımız zaman göz göze gelmeliyiz.

This is the first time I've looked Marika in the eye. - Bu, Marika ile ilk defa göz göze gelmemiz.

göz hapsi altında
On probation
göz hizzasında
At eye level

You should put the spring at eye level.

göz kararma
of eye
göz korkutmak
threaten
göz nuru
observed the light
göz seğirmesi
Eye twitching, eyelid twitch
göz yummak
Close one's eyes (to), condone, connive (at sth), turn a blind eye (to)
göz yummak
hut the blind eye
göz yummak
suffer
göz önü
consideration of
göz önüne alınırsa
If taken into consideration
göz göz
compartmental
göz göz
honeycombed
göz yummak
{f} have
göz gezdirmek
{f} skim
göz ardı etmek
ignore

It is better to ignore this point. - En iyisi bu konuyu göz ardı etmek.

göz ardı etmek
rule out
göz alıcı
{s} flamboyant

Tom was so flamboyant. - Tom oldukça göz alıcıydı.

göz atmak
{f} glimpse
göz gezdirmek
survey
göz alıcı
{s} attractive
göz atmak
flick through
göz atmak
look at

Would you like to take a look at it? - Buna bir göz atmak ister misin?

I will go and take a look at the house. - Eve bir göz atmak için gideceğim.

göz yorgunluğu
eye strain
göz önünde bulundurmak
bear in mind
göz önüne almak
look at
göz önüne sermek
{f} unfurl
göz alıcı
vivid
göz ardı etmek
(Dilbilim) gloss over
göz ardı etmek
(Konuşma Dili) blink the fact
göz atmak
review
göz dikmek
set one's eye on
göz doktoru
(Optik) optometrist
göz gezdirmek
scan
göz gezdirmek
skim through
göz gezdirmek
glance through
göz gezdirmek
browse

I use Yahoo to browse the internet. - İnternette göz gezdirmek için Yahoo kullanırım.

göz gezdirmek
browse through
göz yummak
countenance
göz yummak
collude
göz yummak
close one's eyes to
göz önünde
in sight
göz önünde bulundurmak
(Dilbilim) keep in sight
göz önünde bulundurmak
conceive
göz önünde bulundurmak
entertain
göz önüne sermek
flaunt
göz alıcı
inviting
göz atmak
scan
göz deliği
eyelet
göz dikmek
covet
göz doktoru
eye doctor
göz doktoru
oculist
göz gezdir
skim over
göz gezdir
look over

I thought you might want to look over these documents. - Bu evraklara göz gezdirmeni isteyebileceğini düşündüm.

göz gezdirmek
glance over
göz gezdirmek
leaf through
göz gezdirmek
run through
göz gezdirmek
look over
göz gezdirmek
thumb through
göz gezdirmek
thumb
göz göze
eyes to eyes
göz kapağı
eyelid

Camels have three eyelids. - Develerin üç göz kapağı vardır.

göz kapağı
palpebra
göz kapağı
eye lid
göz kırp
{f} wink

A wink was his only answer. - Bir göz kırpma onun tek cevabıydı.

Tom winked and blew a kiss. - Tom göz kırptı ve bir öpücük attı.

göz kırp
nictitate
göz kırpmak
nictitate
göz yaşı
eyewater
göz yorgunluğu
eyestrain
göz yum
collude
göz yum
connive at
göz yummak
pass over
göz yummak
permit of
göz yummak
turn a blind eye
göz yummak
connive at
göz yummak
shut one's eyes to
göz çukuru
cavity of the eye
göz çukuru
eye socket
göz çukuru
eyehole
göz önünde
in evidence
göz önünde bulundurmak
take into consideration
göz önünde bulundurmak
balance
göz önünde bulundurmak
cater for
göz önüne almak
allow for
göz önüne sermek
unfold
Göz kırpmak
bat an eyelash
göz alıcı
eye-catching
التركية - التركية
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
Terazi gözü
Suyun topraktan kaynadığı yer
Bölüm, hane
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
Bakış, görüş
İçine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir şeyin her bölmesi
Delik, boşluk: "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır."- S. F. Abasıyanık. Çekme, çekmecelerin her biri
Çekme, çekmecelerin her biri
Bazı yaraların uç bölümü
Delik, boşluk
Bölüm, kesim
İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış
çekmece
Suyun kaynağı
Terazi kefesi
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk
Görme ve bakma
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak: "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?"- T. Buğra
Görme organı
Bazı deyimlerde, görme ve bakma. İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
çürük, temelsiz
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar: "İnsanı gözle yiyip bitirirler."- Ö. Seyfettin
me
(Osmanlı Dönemi) MUKLE
dide
basar
lakrima
dünya penceresi
(Osmanlı Dönemi) NAZIRA
(Hukuk) ÇEŞM
(Osmanlı Dönemi) BİNA
ayn
göz bebeği
ışığın azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen, gözde irisin ortasındaki yuvarlak delik: "Göz bebeklerinde o ara beliriveren pırıltıyı, acaba neye yormalı?"- A. İlhan
göz değmesi
nazar değmesi
göz yummak
Görmezlikten gelmek
göz önünde tutmak
herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak
göz bebeği
(sıfat, mecaz) Çok sevilen, önem verilen (kimse vb.): "Bir insanla değil, bir milletin göz bebeği ile evleniyorsun."- H. Taner
Göz bebeği
(Osmanlı Dönemi) HUNDURE
Göz bebeği
bebek
Göz bebeği
(Osmanlı Dönemi) DİDE
Göz doktoru
(Osmanlı Dönemi) KEHHAL
Göz kapağı
(Osmanlı Dönemi) CEFN
Göz kırpmak
(Osmanlı Dönemi) TARFE
Göz yaşı
(Osmanlı Dönemi) ABRE
Göz yaşı
(Osmanlı Dönemi) DAM'
Göz yaşı
(Osmanlı Dönemi) GARB
Göz çukuru
çanak
Göz çukuru
(Osmanlı Dönemi) KALET
Göz çukuru
(Osmanlı Dönemi) MAHCER
Gözler
(Osmanlı Dönemi) MEDAMİ'
göz alıcı
Güzelliği ile ilgi çeken, alımlı, göze çarpan
göz bebeği
Işığın azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen, gözde irisin ortasındaki yuvarlak delik
göz bebeği
Çok sevilen, önem verilen (kimse vb.)
göz göze
Bakışları karşılaşarak
göz kapağı
Göz yuvarlarının önünde bulunan, birbirine yaklaşarak gözü örten, kenarlarında kirpikler bulunan koruyucu organ
göz nuru
Görme yeteneği
göz nuru
Yoğun bir emek sonucu ortaya çıkan iş
göz nuru
İyi bir iş ortaya çıkarmak için yapılan emek
göz önü
Görülebilen, yakın yer
الإنجليزية - التركية

تعريف göz في الإنجليزية التركية القاموس.

göz gezdirmek
Take a look at somethinh, look over, scan, leaf through
göz tembelliği
(Tıp, İlaç) Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlanabilecek bir durumdur. Göz tembelliğine her 100 kişiden 3’ünde rastlanır