göstermekte

listen to the pronunciation of göstermekte
التركية - الإنجليزية
shows
third-person singular of show
plural of show
göster
{f} show

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

Oh! Show it to me please. - Ah! Onu bana göster lütfen.

göster
(Bilgisayar) show me

Show me another camera. - Bana başka bir kamera göster.

Will you show me on this map, please? - Bana bu haritada gösterirmisiniz, lütfen?

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

Compasses point north. - Pusula kuzeyi gösterir.

Jim makes a point of jogging three miles every day. - Jim günde üç mil koşmaya özen gösterir.

göster
denote
göster
illustrate

I will give you a good example to illustrate what I mean. - Ne demek istediğimi göstermek için size güzel bir örnek vereceğim.

Everyone can feed the database to illustrate new vocabulary. - Herkes yeni kelimeleri göstermek için veritabanını besleyebilir.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
göster
indicate

Yes, you can indicate everything you see. - Evet, gördüğünüz her şeyi gösterebilirsiniz.

A closed fist can indicate stress. - Kapalı bir yumruk stres gösterebilir.

göster
{f} mirror

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

göster
{f} shown

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

Filiberto has not shown a very brave character. - Filiberto çok cesur bir karakter göstermedi.

göster
{f} indicated

This is the route indicated in the map. - Bu, haritada gösterilen yoldur.

The red flag indicated the presence of danger. - Kırmızı bayrak tehlikenin varlığını gösterdi.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

göster
{f} displayed

She displayed her talents. - O, yeteneklerini gösterdi.

Warning: unsupported characters are displayed using the '_' character. - Uyarı: desteklenmeyen karakterler '_' karakteri kullanarak gösterilir.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

The teenager is showing off his new car. - Delikanlı yeni arabasını gösteriyor.

The movie K-9 is showing. - K -9 film gösterimde.

göster
{f} screening

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} display

Warning: unsupported characters are displayed using the '_' character. - Uyarı: desteklenmeyen karakterler '_' karakteri kullanarak gösterilir.

He never made a display of his learning. - O asla öğrendikleri ile ilgili bir gösteri yapmadı.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

göster
designated
göster
demonstrate

The salesman demonstrated how to use it. - Satıcı onun nasıl kullanılacağını gösterdi.

You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent. - Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.

göster
bespoke
göster
performance

The performance was almost over. - Gösteri neredeyse bitmişti.

There were no tickets available for Friday's performance. - Cuma gösterisi için mevcut hiç bilet yoktu.

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
göstermekte
المفضلات