görme

listen to the pronunciation of görme
التركية - الإنجليزية
sight

The traffic accident deprived the young man of his sight. - Trafik kazası, genç adamı görme yeteneğinden mahrum etti.

You should see the sight. - Manzarayı görmelisin.

vision

Birds have sharp vision. - Kuşların keskin bir görme gücü vardır.

Possible side effects include blurred vision and shortness of breath. - Olası yan etkiler arasında bulanık görme ve nefes darlığı bulunmaktadır.

optic
seeing

I gave up the idea of seeing the sights of the city because of the bad weather. - Kötü havadan dolayı şehrin görülmeye değer yerlerini görme fikrinden vazgeçtim.

Love is seeing her in your dreams. - Aşk onu rüyalarında görmektir.

seeing, sight, vision
optical
visual

My sister works at a school for visually impaired children. - Kız kardeşim görme engelli çocuklar için bir okulda çalışıyor.

viewing
(Ticaret) perception
vision of
espial
sighting
görme yeteneği
sight

The accident deprived him of his sight. - Kaza onu görme yeteneğinden mahrum bıraktı.

He lost his sight in the accident. - Kazada görme yeteneğini yitirdi.

görmek
see

I want to see you before you go. - Sen gitmeden önce seni görmek istiyorum.

She came to see us yesterday. - O dün bizi görmek için geldi.

görme açısı
visual angle
görme engelli
visually impaired

My sister works at a school for visually impaired children. - Kız kardeşim görme engelli çocuklar için bir okulda çalışıyor.

görme engellilik
visual disability
görme sorunu
vision problems
görme alanı
field of vision, visual field
görme aygıtı
optical apparatus
görme bozukluğu
defect of vision
görme duyusu
eyesight

He lost his eyesight in that accident. - O, o kazada görme duyusunu kaybetti.

He lost his eyesight in an accident. - O, görme duyusunu bir kazada kaybetti.

görme duyusu
sense of sight
görme gücü
vision

Birds have sharp vision. - Kuşların keskin bir görme gücü vardır.

görme gücü
eyesight, eye, sight, vision
görme organı
organ of sight
görme siniri
optic nerve
görme siniri
visual nerve
görme sürerliği
persistence of vision
görme yeteneği
eyesight

I have good eyesight. - Benim iyi görme yeteneğim var.

He lost his eyesight. - O görme yeteneğini kaybetti.

görme yeteneğini kaybetmek
loose one's sight
görme yetisi
sight
görülemeyen şeyleri görme yeteneği
clairvoyance
görmek
behold
görmek
observe
hor görme
insult
rüya görme
dream

Is it possible that a 22 year old girl never had erotic dreams? - 22 yaşındaki bir kızın hiç erotik rüya görmemiş olması mümkün mü?

Tom says that he never dreams. - Tom asla rüya görmediğini söylüyor.

gör
saw

Yesterday I went to Denizli and I saw a rooster near the coop. - Dün ben Denizli'ye gittim ve kümesin yakınında bir horoz gördüm.

They saw a strange animal there. - Onlar orada garip bir hayvan gördü.

görmek
notice

I noticed something on the floor and bent down to see what it was. - Zeminde bir şey fark ettim ve ne olduğunu görmek için eğildim.

Tom noticed something on the floor and bent down to see what it was. - Tom yerde bir şey fark etti ve ne olduğunu görmek için eğildi.

görmek
tip
görmek
experience
adet görme
(Tıp) course
gezme görme
(Turizm) sightseeing
görme bozukluğu
(Tıp) visual disorder
görme bozukluğu
visual impairment
görme bozukluğu
(Tıp) vision defect
görme bozukluğu
(Tıp) visual defect
görmek
regard as
görmek
have sight
görmek
regard

Everybody regards him as honest. - Herkes onu dürüst olarak görmektedir.

görmek
visit

If Kyosuke comes to visit, tell him I'm not in. I don't want to see him anymore. - Eğer Kyosuke ziyaret etmeye gelirse, ona içeride olmadığımı söyle. Artık onu görmek istemiyorum.

The purpose of our trip is to visit friends and see some tourist spots. - Gezimizin amacı arkadaşları ziyaret etmek ve bazı turistik noktaları görmektir.

görmek
pick out
görmek
overlook
görmek
undergo
görmek
treat

I'm tired of being treated like a kid. - Bir çocuk gibi muamele görmekten bıktım.

I don't like to see animals cruelly treated. - Zalimce davranılan hayvanları görmek istemiyorum.

görmek
face

I don't want to see your faces. - Yüzlerinizi görmek istemiyorum.

I'm happy to see so many friendly faces. - Bu kadar çok dost yüzler görmekten mutluyum.

görmek
remember

Even now, I occasionally think I'd like to see you. Not the you that you are today, but the you I remember from the past. - Şimdi bile, ara sıra seni görmek istediğimi düşünüyorum. Fakat bugünkü seni değil geçmişten hatırladığım seni.

görmek
set eyes on
görmek
perform

Would you like to see a live performance of a play with me Saturday? - Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?

görmek
(deyim) lay eyes on
görmek
catch
görmek
travel

Dan traveled to London to see Linda. - Dan Linda'yı görmek için Londra'ya seyahat etti.

Tom travels abroad to see the world. - Tom dünyayı görmek için yurtdışına seyahat ediyor.

görmek
deem
görmek
perform duty
hesap görme
account
pratik iş görme usulü
rule of thumb
renkli görme
color vision
görmek
{f} consider

Tom considers Mary to be a heroine. - Tom Mary'yi bir kahraman olarak görmektedir.

gör
{f} sighted
gör
{f} seeing

Seeing that she was not excited at the news, she must have known it. - O, habere heyecanlanmadığına göre, onu önceden biliyor olmalı.

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

gör
see

Mary decided never to see him any more. - Mary artık onu asla görmemeye karar verdi.

I want to see you before you go. - Sen gitmeden önce seni görmek istiyorum.

gör
{f} seen

I've never seen such a wonderful sunset. - Böyle harika bir günbatımı hiç görmemiştim.

I turned off the TV because I had seen the movie before. - Filmi daha önce gördüğüm için televizyonu kapattım.

gör
{f} view

The view of the Earth from the Moon is one of the iconic images of the 20th century. - Dünya'nın Ay'dan görüntüsü, 20. yüzyılın ikonik resimlerinden birisidir.

Their view of life may appear strange. - Onları hayat görüşü acayip görünebilir.

gör
catch sight of

He happened to catch sight of a rare butterfly. - Tesadüfen nadir bir kelebeği gördü.

gör
{f} sight

He fell in love with her at first sight. - İlk görüşte ona âşık oldu.

She stood astonished at the sight. - Görünüşte şaşırmış gibi duruyordu.

gör
{f} viewing

Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users. - Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.

görme gücü
eye sight
görme gücü
sight

He has a good eye sight. - Onun iyi bir görme gücü vardır.

görme gücü
eyesight
görmek
describe as
görmek
know

I should've known you wouldn't want to see me. - Beni görmek istemeyeceğini bilmeliydim.

I don't know who you want to see. - Kimi görmek istediğini bilmiyorum.

görmek
perceive

To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive. - Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.

görmek
recognize
görmek
place

We have a lot of other places we want to see. - Görmek istediğimiz bir sürü başka yerlerimiz var.

What kind of places would you like to see? - Ne tür yerleri görmek istiyorsun?

görmek
sight

I want to see the sights in Akiruno city. - Akiruno şehrindeki manzaraları görmek istiyorum.

The mere sight of a snake makes her sick. - Bir yılanı sadece görmek onu hasta ediyor.

görmek
distinguish
görmek
square
görmek
look

I'm looking forward to seeing you again soon. - Ben kısa sürede sizi tekrar görmek için sabırsızlanıyorum.

I'm looking forward to seeing you. - Seni görmek için can atıyorum.

Görme engelli
visually handicapped
Görme özürlü
seeing impaired

He is a seeing impaired person.

gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme
walking around at night on patrol duty to see
görmek
catch sight of
görmek
see of
ileriyi görme
prescience
uygun görme
approval
önceden görme
anticipate
Görme bozukluğu
(Tıp) paropsis
adet görme korkusu
(Pisikoloji, Ruhbilim) menophobia
birincil görme korteksi
(Pisikoloji, Ruhbilim) primary visual cortex
gece görme
scotopic vision
geleceği görme
forethought
geleceği görme
prescience
geleceği görme yeteneği
second sight
gezip görme
sightseeing
görme bozukluğu
amblyopia
görme gücü
eye

He has a good eye sight. - Onun iyi bir görme gücü vardır.

görmek
espy
görmek
to see, watch
görmek
sports to anticipate (the move of an opponent)
görmek
spot

The purpose of our trip is to visit friends and see some tourist spots. - Gezimizin amacı arkadaşları ziyaret etmek ve bazı turistik noktaları görmektir.

görmek
waken
görmek
to see, perceive, discern (mentally)
görmek
to see, meet and talk to/with
görmek
used in combination to express a threat: Hele bir öğretmene söyle, o zaman görürsün! Just try telling the teacher, you'll get what's coming to you then! Şimdi bunu paramparça edeyim de gör! You'll believe me if I smash this to bits right now! Bizi gammazla da gör bak! See what happens if you squeal on us!
görmek
to perceive (by the sense of touch)
görmek
Show your stuff!/Show me what you can do! (used singly or in combination as a word of encouragement)
görmek
to experience, live through
görmek
(iş) transact
görmek
get sight of
görmek
to get, acquire: cebi para görmek to come into money
görmek
to be preoccupied with, think (only) of: Gözü paradan başka bir şey görmüyor. He thinks of nothing but money
görmek
to go and see, visit
görmek
to see; to overlook, to face; to understand, to see; to experience; to have/take (lessons); to consider, to deem; to visit; to regard (as); to travel; to perform (duty, etc.); to undergo (cure, etc.); to tip, to remember
görmek
to receive, experience (a certain kind of treatment) from/at the hands of
görmek
to regard as, consider, deem
görmek
to see (something) as, view (something) as, find, consider (something) to be, judge (something) to be
görmek
used in combination to express a threat: O sayfayı yırt da göreyim seni! Just try ripping that page! görmediğe/görmemişe dönmek to be completely recovered (from an illness, tragedy, etc.). Görüp göreceği rahmet bu. (Konuşma Dili) This is all he will ever get. -meye görsün/gör as soon as (one) (does something, becomes something, etc.), once (something) (is done, happens, etc.). görüp gözetmek to protect, guard, keep an eye on. görerek nişan alma (Askeriye) direct laying. görmeyerek/görmeden nişan alma (Askeriye) indirect laying
görmek
wake to
görmek
to face (in the direction of): Bu oda güneş görüyor. This room faces the sun
görmek
to be the stage for, be the scene of, be the setting for, see
görmek
used after an -e gerund to show continuous action: Raşit mektubu yazagörürken kapı çalındı. While Raşit was busy writing the letter there was a knock at the door
görmek
to undergo: tedavi görmek to undergo treatment
görmek
(Konuşma Dili) to share (good fortune) with, think of: Piyango sana vurursa beni de gör. If you win the lottery, think of me
görmek
to take (a course, lessons, etc.); to receive, get (an education); to have (an upbringing)
görmek
view

You must be at least eighteen to view this sentence. - Bu cümleyi görmek için en az on sekiz yaşında olmalısın.

görmek
to receive (help)
görmek
slang to bribe
görmek
used after a negative -e gerund for emphasis: O dağlarda ölmeyegör! Cesedin akbabalara yem olur. Mind you don't die in those mountains! If you do, your corpse'll be food for the vultures. Sizi yakalamaya görsün, polise haber verir. Make sure you don't let him catch you, for he'll turn you over to the police. Onlara nerede oturduğunu söylemeyegörmeli. You should be careful not to tell them where you live. Tek bir hata etmeyegörelim, kapı dışarı edildiğimizin resmidir! Let's not make one single mistake, or we'll get the boot for sure! görerek atış (Askeriye) direct fire. görmeyerek/görmeden atış (Askeriye) indirect fire. göreceği/göresi gelmek to long to see: Seni göreceğimiz geldi. We've been longing to see you. Göreyim seni/sizi!
görmek
used in combination to give emphasis to a prediction: Göreceksin, Beşir sınıfta kalacak. Beşir's going to fail; just you wait and see. Gör bak, neler olacak neler! All sorts of things are going to happen now; just you wait and see!
görmek
to perform, do, attend to (a duty, task, etc.); to pay (an expense)
görmek
see into
görmek
taste

Taste the sauce to see if it needs more chili. - Daha fazla kırmızı biber gerekip gerekmediğini görmek için sosun tadına bak.

Taste the rice to see if it needs more salt. - Daha fazla tuz gerekip gerekmediğini görmek için pirincin tadına bak.

görmek
discern
hayal görme
phantasmata
herkesi kendine düşman görme
persecution complex
herkesi kendine düşman görme
persecution mania
hor görme
belittling, disdain
hor görme
underrating
hor görme
contempt
hor görme
underestimating
hor görme
despising
hor görme
scorn
hor görme
look down on

Don't look down on others because they are poor. - Fakir oldukları için diğerlerini hor görme.

You shouldn't look down on those who are less fortunate than you are. - Sizden daha az şanslı olanları hor görmemelisiniz.

iki gözle görme/ göze değgin görme
binocular vision
ileriyi görme
vision
kadınları hor görme
male-chauvinist
karanlıkta görme
night vision
kendi işini görme
do it yourself
kendini kafdağında görme
pomposity
küçük görme
misprision
küçük görme
disdain, belittling
kısmi görme
(Pisikoloji, Ruhbilim) partial vision
merkezi görme
(Pisikoloji, Ruhbilim) central vision
normal görme
(Tıp) chromatic vision
petek gözüyle görme biçimi
(Arılık) mosaic vision
sonradan görme
upstart
sonradan görme
nouveau riche

Tom learnt from Mr Ogawa that many people have scorn for the nouveau riche. - Tom birçok insanın sonradan görme insanları küçümsediğini Bay Ogawa'dan öğrendi.

sonradan görme
parvenu, upstart
sonradan görme
parvenu
sonradan görme
vulgarian
sonradan görme
1. (someone) who is a nouveau riche. 2. nouveau riche, (a) parvenu
çevreyi görme
sightseeing
çift görme
double vision, diplopia
التركية - التركية
Görmek işi, rüyet
müşahede
rüyet
görme açısı
Bir cismin iki ucundan gelen ışınları gözün görme merkezinde meydana getirdiği açı
görme gözesi
Petek gözü oluşturan çok sayıda hücreden her biri, ommatidyum
görme hücresi
Görme gözesi
görmek
Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek: "Merdivenin başındaki paravanın arkasında garip bir sahne gördüm."- A. Gündüz
Görme bozukluğu
daltonizm
Görme engelli
görmez
Görme engelli
kör
Görmek
(Osmanlı Dönemi) DİDE
Görmek
(Osmanlı Dönemi) TAL'AT
Görmek
(Osmanlı Dönemi) KEBV
Görmek
(Osmanlı Dönemi) TERFİŞ
görmek
Belirli bir zamanın içinde bir olaya tanık olmak, yaşamak; izlemek
görmek
Saymak, herhangi bir şey gibi görmek
görmek
Yapmak, etmek
görmek
Anlamak, kavramak, sezmek
görmek
Yüzü bir yöne doğru olmak, bakmak
görmek
Gezmek: "Buraları o kadar güzel ki, biz buradayken gelip görmezsen, sonradan belki bir daha hiç gelip göremezsin."- N. Cumalı
görmek
Belirli bir zamanın içinde bir olaya tanık olmak, yaşamak: "Hangi memlekete gitsek, resmî makamlar kadar halkın da rağbetini görürdük."- F. R. Atay
görmek
Gözlerin görmediği durumlarda başka duyu organlarıyla algılamak
görmek
Vermek
görmek
Karşı oyuncunun yapacağı vuruşu önceden kestirip ona göre durum almak
görmek
Anlamak, kavramak, sezmek: "Türk iradesinin ne demek olduğunu da sen göreceksin."- R. E. Ünaydın
görmek
Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek
görmek
Gezmek
görmek
Kendisine yapılmak, bir davranışla karşılaşmak, maruz kalmak
görmek
Bir işin hiç yapılmadığını belirtir
görmek
Ziyaret etmek
görmek
Bir şey hakkında bir yargıya varmak, değerlendirmek
görmek
Yanına gidip konuşmak
görmek
Sahne olmak, geçirmek
görmek
Karşılaşmak, rastlaşmak
görmek
Bir işleme uğramak
görmek
Çok değer vermek
görmek
Bir şeye erişmek
görmek
Almak
sonradan görme
Sonradan zenginleşerek gösteriş, övünme gibi yersiz davranışlarda bulunan kimse
الإنجليزية - التركية

تعريف görme في الإنجليزية التركية القاموس.

görme engelliler okulu
(Biyokimya) School for visually disabled people
görme
المفضلات