görülmedik

listen to the pronunciation of görülmedik
التركية - الإنجليزية
unusual
More than usual
{a} uncommon, rare
Not usual; uncommon; rare; as, an unusual season; a person of unusual grace or erudition
not usual or common or ordinary; "a scene of unusual beauty"; "a man of unusual ability"; "cruel and unusual punishment"; "an unusual meteorite"
If something is unusual, it does not happen very often or you do not see it or hear it very often. They have replanted many areas with rare and unusual plants To be appreciated as a parent is quite unusual
being definitely out of the ordinary and unexpected; slightly odd or even a bit weird; "a strange exaltation that was indefinable"; "a strange fantastical mind"; "what a strange sense of humor she has"
not commonly encountered; "two-career families are no longer unusual" not usual or common or ordinary; "a scene of unusual beauty"; "a man of unusual ability"; "cruel and unusual punishment"; "an unusual meteorite
not commonly encountered; "two-career families are no longer unusual"
not usual or common or ordinary; "a scene of unusual beauty"; "a man of unusual ability"; "cruel and unusual punishment"; "an unusual meteorite
Unlike what is expected; differing in some way from the norm
{s} uncommon, irregular
If you describe someone as unusual, you think that they are interesting and different from other people. He was an unusual man with great business talents. different from what is usual or normal
gör
saw

I saw my Twitter account suspended after a while. - Bir müddet sonra Twitter hesabımın askıya alındığını gördüm.

They saw a strange animal there. - Onlar orada garip bir hayvan gördü.

gör
{f} sighted
gör
{f} seeing

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

The boy, upon seeing a butterfly, proceeded to run after it, provoking the anger of his mother, who had ordered him to stay quiet while she gossiped with the lady next door. - Çocuk kelebeği gördüğünde, onu kovalamaya girişti, bitişikteki bayanla sohbet ederken ona sessiz kalmasını söyleyen annesini kızdırdı.

gör
see

I'm happy to see you. - Seni gördüğüme mutluyum.

Mary decided never to see him any more. - Mary artık onu asla görmemeye karar verdi.

gör
{f} seen

I turned off the TV because I had seen the movie before. - Filmi daha önce gördüğüm için televizyonu kapattım.

Germs can only be seen with the aid of a microscope. - Mikroplar sadece bir mikroskop yardımıyla görülebilir.

gör
{f} view

His parents' view was that he was wasting his earnings on a silly girl. - Ebeveynlerinin görüşü onun kazandıklarını aptal bir kıza harcamasıydı.

The view of the Earth from the Moon is one of the iconic images of the 20th century. - Dünya'nın Ay'dan görüntüsü, 20. yüzyılın ikonik resimlerinden birisidir.

gör
catch sight of

He happened to catch sight of a rare butterfly. - Tesadüfen nadir bir kelebeği gördü.

gör
{f} sight

She stood astonished at the sight. - Görünüşte şaşırmış gibi duruyordu.

The sight of fresh lobster gave me an appetite. - Taze ıstakozun görünüşü iştahımı açtı.

gör
{f} viewing

Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users. - Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.

ألمانية - التركية

تعريف görülmedik في ألمانية التركية القاموس.

Gör
yumurcak, afacan (kiz)
Gör
(-e/) n l. kücük cocuk
السويدية - التركية

تعريف görülmedik في السويدية التركية القاموس.

Gör
hazırlayın
Gör
olun
Gör
yapın
Gör
yapık
gör
yapıyor
gör
kılan
görülmedik
المفضلات