O benden daha ileriye yüzebilir.
- She can swim further than I can.
O, daha ileriye yürüyemedi.
- He could not walk any further.
Soracak başka sorunuz var mı?
- Do you have any further questions to ask?
Başka sorularınız var mı?
- Do you have any further questions?
Tom daha uzağa gitmedi.
- Tom didn't get any further.
Ayrıca şirket bilgisi oturumundan sonra bile biz bazen şirket turları düzenleriz.
- Furthermore, even after the company information session, we sometimes hold company tours.
Ayrıca nasıl dans edileceğini bilmiyorum.
- Furthermore, I don't know how to dance.
O benden daha ileriye yüzebilir.
- She can swim further than I can.
Ben daha ileriye gidemem.
- I can't go any further.
Başka bir işlem yapılmayacaktır.
- No further action will be taken.
Söyleyecek başka bir şeyin var mı?
- Do you have anything further to say?
İçeriye girmek ve bunu daha fazla görüşmek için bir randevu al lütfen.
- Please make an appointment to come in and discuss this further.
O benden daha ileriye yüzebilir.
- She can swim further than I can.
Tom'un daha fazla sorusu yoktu.
- Tom had no further questions.
Biz, mevcut koşullar altında daha fazla fiyat indirimi teklif edemeyiz.
- We cannot offer a further price reduction under the current circumstances.
Okulumuz istasyondan daha uzaktır.
- Our school is further away than the station.
O sadece biraz daha uzak.
- It's just a little further.
Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.
- His new job further separates him from his family.
O, kariyerini ilerletmek için Pekin'e gitmek istiyor.
- She wants to go to Beijing to further her career.
Daha çok bilgi için ofise başvurun.
- Apply to the office for further details.
Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.
- His new job further separates him from his family.
Bunu daha da tartışmak istiyoruz.
- We need to discuss this further.
Fiyatlar daha da artacak.
- Prices are going to rise still further.
O mükemmel olmaktan uzaktır.
- He is far from perfect.
Onun çalışması kabul edilebilir, ama mükemmel olmaktan uzak.
- His work was acceptable, but far from excellent.
Gözden ırak olan, gönülden ırak olur.
- Far from eye far from heart.
O çok fazla bira içer.
- He drinks far too much beer.
Konuyu fazla abartıyorsun.
- You're carrying this too far.
Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.
- Jane's farewell speech made us very sad.
Bir şey alamayacak kadar çok uzak.
- To take something too far.
Uzağa gitsen bile, telefon üzerinden birbirimizle temas kurmaya devam edelim.
- Even if you go far away, let's keep in touch with each other over the phone.
Fred benden nefret ettiğini söyleyecek kadar uzağa gitti.
- Fred went so far as to say that he had hated me.
Kapıdan daha öteye gitmedi.
- He went no farther than the gate.
Söz konusu sorular ekonominin çok ötesine geçiyor.
- The questions involved go far beyond economics.
we have started to be active in different sectors; cnstruction, natural stones, mining for getting further by time.
Daha fazla tartışma gereksiz.
- No further discussion is necessary.
Daha fazla ayrıntı yok.
- There are no further details.
Policeman took the matter further for driver who stopped by him.
Tom'un yeme isteği vardı fakat evde yiyecek bir şey olmadığı için yaşadığı yerden çok uzakta olmayan mahalle marketine gitti.
- Tom had the munchies, but since there was nothing in the house to eat, he went to the convenience store not too far from where he lived.
Tom karısı Mary ile birlikte Boston'dan çok uzakta olmayan bir çiftlikte yaşıyor.
- Tom lives on a farm with his wife, Mary, not too far from Boston.
Further, affiant sayeth naught. (A formal statement ending a deposition or affidavit, immediately preceding the affiant's signature.).
Further, besides sensible things and Forms he says there are the objects of mathematics, which occupy an intermediate position,.
Further the economy.
Washington DC is further from Europe than New York.
You have all come far and you will go farther.
He was far richer than we'd thought.
We are on the far right on this issue.
It was a far adventure, full of danger.
He went to a far country.
He moved to the far end of the state. She remained at this end.
Like father, like son.
- The apple doesn't fall far from the tree.
Tom helps his father out on the farm.
- Tom helps his dad out on the farm.
Tom killed the engine, but left the headlights on.
- Tom motoru kapattı fakat üzerindeki farları açık bıraktı.
She was blinded by the glare of headlights and could not avoid the accident.
- O, farların parlamasıyla kör oldu ve kazadan kaçınamadı.
We have to consider the problem in the light of cultural differences.
- Biz problemi kültürel farklılıklar ışığında düşünmek zorundayız.
Tom turned on the car's fog lights.
- Tom otomobilin sis farlarını açtı.
... But today we're going to take it one step further by ...
... we take it a step further and take all that data, all that ...