Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
- I had to force Tom to take it.
Onu yapması için Tom'u zorlamayacağım.
- I'm not going to force Tom to do that.
Onu yapması için Tom'u zorlayamayız.
- We can't force Tom to do that.
O zoraki bir gülümseme idi.
- It was a forced smile.
Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
- In the end, the Germans were forced to withdraw.
Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
- I was forced to submit to my fate.
Uçak zorunlu iniş yaptı.
- The plane made a forced landing.
İstifa etmek istemiyordu ama buna zorlanmıştı.
- He didn't want to resign but he was forced into it.
Her forced smile was harder and harder to keep as her critical father kept on complaining about her.
... they would never be forced to do that. ...
... So we were forced to be the single legacy player. ...