farklı

listen to the pronunciation of farklı
التركية - الإنجليزية
different

Your ideas are different from mine. - Senin fikirlerin benimkinden farklı.

I can add many sentences in different languages. - Farklı dillerde bir sürü cümle ekleyebilirim.

distinct

Tom has a distinctive scar under his right eye. - Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.

She has a distinct English accent. - Onun farklı bir İngilizce aksanı var.

distinctive

Tom has a distinctive scar under his right eye. - Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.

This artist has a very distinctive style - Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.

discrete

Let's try to be discrete about this. - Bunun hakkında farklı olmaya çalışalım.

divergent
different; distinct, separate; discrepant; diverse; dissimilar
diverse

We find diverse ethnic and economic interests here. - Biz burada farklı etnik ve ekonomik çıkarlar buluyoruz.

Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations. - Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.

unlike

The sisters are quite unlike. - Kız kardeşler oldukça farklıdır.

Bill is completely unlike his brother. - Bill kardeşinden tamamen farklıdır.

unequal

The United States is a very unequal country. - Amerika Birleşik Devletleri çok farklı bir ülke.

deling
diversified
(Tıp) hetero-
particular
(Bilgisayar) alternate

There are pictures on alternate pages of the book. - Kitabın farklı sayfalarında resimler vardır.

separate

Tom and Mary live in separate states. - Tom ve Mary farklı eyaletlerde yaşıyorlar.

When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations. - Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.

apart

Layla and Salima lived in the same apartment, but they were very different women. - Leyla ve Selime aynı dairede oturuyorlardı ama çok farklı kadınlardı.

Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country. - İki kız ve üç erkek bir apartman dairesinde yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.

unusual

Their manner of bringing up their children is extremely unusual. - Çocuklarını yetiştirme tarzları oldukça farklı.

The weather has been unusual this year. - Hava bu yıl farklıydı.

ablude
discrepant
varied
a far cry
alien
variant
dissimilar
incongruous
a far cry from
incompatible
another

When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations. - Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.

This is an another pair of shoes. - Bu, farklı bir çift ayakkabı.

otherwise
hetero
divided

African elephants are divided into two different species: savannah and forest elephants. - Afrika filleri savana ve orman filleri olmak üzere iki farklı türe ayrılır.

Elephants are divided into three different species. - Filler üç farklı türe ayrılır.

disparate

When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations. - Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.

several

Tom is considering several possibilities. - Tom farklı olasılıkları düşünüyor.

There are several advantages to city life. - Şehir hayatının farklı avantajları var.

differs

In that respect, my opinion differs from yours. - O bakımdan benim görüşüm sizinkinden farklıdır.

My opinion differs from his. - Benim görüşüm onunkinden farklı.

diverse,divers
fark
difference

It will not make much difference whether you go today or tomorrow. - Bugün ya da yarın gitmen pek fark yaratmayacak.

In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is. - Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.

farklı görmek
distinguish
farklı kaydet
(Bilgisayar) save as/save copy as
farklı kaydet
(Bilgisayar) save as
farklı olarak
distinctively
farklı olmak
vary
farklı biçimde
distinctly
farklı aç
(Bilgisayar) open as
farklı açılardan
(Kanun) differentially
farklı bağlan
(Bilgisayar) attach as
farklı bağlan
(Bilgisayar) connect as
farklı bir biçimde
differently
farklı bir şekilde
otherwise
farklı ekle
(Bilgisayar) attach as
farklı gönder
(Bilgisayar) send as
farklı kaydet
(Bilgisayar) saved as
farklı kaydet
(Bilgisayar) saveas
farklı metin
(Bilgisayar) alternate text
farklı muamele yapmak
discriminate
farklı olarak
with the difference of
farklı olarak
distinctly
farklı olarak
as distinct from
farklı olarak
in contradistinction to
farklı olarak
divergently
farklı olarak
discrepantly
farklı olarak
diversely
farklı olarak
discretely
farklı olarak
dissimilarly
farklı olma
diversity
farklı olmak
differ in
farklı olmak
disagree
farklı olmak
differ from
farklı oluş
(Biyoloji) heterogeneity
farklı oturum aç
(Bilgisayar) login as
farklı tuttur
(Bilgisayar) attach as
farklı çalıştır
(Bilgisayar) run as
farklı şekilde
differently

Tom should have done things differently. - Tom işleri farklı şekilde yapmalıydı.

Tom should have handled the situation differently. - Tom durumu daha farklı şekilde ele almalıydı.

farklı durum ve yapıda olma
be in different situations and structures
farklı farklı, değişik
different, different
farklı kılma
to distinguish
farklı olma
be different
farklı alanlara yönlendirilmiş
diversified
farklı açıklama
(Dilbilim) reformulation
farklı bir
a different standpoint
farklı bir açı
a different standpoint
farklı bir halde
alienly
farklı bir kullanıcı
(Bilgisayar) another user
farklı bir … grubu
a different set of
farklı bir … grubu
a diverse set of
farklı bir…grubu
a different set of
farklı bir…grubu
a diverse set of
farklı biçim
(İnşaat) polymorph
farklı davranmak
(Konuşma Dili) be out of step
farklı dillere ait
cross linguistic
farklı düşünen kişi
deviationist
farklı düşünme
deviationism
farklı düşünmek
dissent
farklı fiyatlama
(Ticaret) dual pricing
farklı fiyatlandırma
(Ticaret) differential pricing
farklı genli
(Pisikoloji, Ruhbilim) heterozygous
farklı görüşte olmak
disaccord
farklı göster
(Bilgisayar) show as
farklı göster
(Bilgisayar) showas
farklı hatveli yay
(Otomotiv) uneven pitch spring
farklı isimlerle
with different names
farklı kanatçıklar
(Havacılık) differential ailerons
farklı kaydediliyor
(Bilgisayar) saving as
farklı kullanıcı
(Bilgisayar) another user
farklı kutuplu
(İnşaat) heteropolar
farklı muamele etmek
discriminate between
farklı muamele etmek
discriminate
farklı olan
differential
farklı olarak
unlike
farklı olma
heterogeneity
farklı olmak
diverge
farklı olmak
a) to differ (from sb/sth) b) to disagree (with sth) b) to diverge
farklı olmak
be different
farklı olmak
(Hukuk) to differ
farklı olmasını sağlamak
characterize
farklı oturma
(Jeoloji,Teknik) differential settlement
farklı sayıda
by difference
farklı sayılmaz
not much to choose
farklı soydan gelen
(Biyoloji) heterogenetic
farklı tarife
diferential price list
farklı tarife
differential price list
farklı uçak tipleri
(Havacılık) aircraft mix
farklı veritabanı
(Bilgisayar) another database
farklı yapma
dissimilation
farklı yapıda
heterogeneous
farklı yapıştır
(Bilgisayar) paste as
farklı yayımla
(Bilgisayar) publish as
farklı yayınla
(Bilgisayar) publish as
farklı yerleşim
(Çevre) differential settlement
farklı yorumlamak
gloss over
farklı yükle
(Bilgisayar) download as
farklı şekle sahip
custom-shaped
farklı şeyler
disparate
farklı olmak
{f} differ

You always have to be different. - Sen her zaman farklı olmak zorundasın.

I don't want to be different. - Farklı olmak istemiyorum.

fark
distinctness
fark
distinction

It is important for English learners to remember the distinction between 'fun' and 'funny'. - İngilizce öğrenenlerin 'eğlence ve 'eğlenceli' arasındaki farkı hatırlamaları önemlidir.

fark
{i} gap

There is a generation gap between them. - Onlar arasında kuşak farkı var.

Society does not encourage relationships between people who have a large age gap. - Toplum büyük bir yaş farkı olan insanlar arasında ilişkiyi teşvik etmez.

fark
odd

Tom is well aware of the odds. - Tom ihtimallerin farkındadır.

Tom noticed something odd. - Tom tuhaf bir şey fark etti.

tamamen farklı
disparate
fark
matter

It doesn't matter to me. - Benim için farketmez.

It wouldn't matter to me. - Benim için fark etmez.

fark
(Gıda) gradient
fark
(Ticaret) spread

The cancer had spread to several organs. - Kanser farklı organlara yayıldı.

fark
(Bilgisayar) variance
fark
divergence
fark
divaricate
fark
undertaking
hedefi farklı kaydet
(Bilgisayar) save target as
tamamen farklı
contrary
fark
majority
fark
disparity
fark
contrast
fark
diversity

Diversity is what gives us strength. - Bize güç veren şey farklılıktır.

fark
discrepancy
fark
divergency
fark
dissimilitude
farklı olarak
variously
-den farklı
Unlike
fark
in difference
fark
to notice

Nobody is going to notice, I suppose. - Sanırım kimse fark etmeyecek.

He's bound to notice your mistake. - Onun hatanı farketmesi kesin.

amaçları farklı olmak
be at cross purposes
aynı yazılıp farklı anlama gelen
homographic
aynı yazılıp farklı anlama gelen sözcük
homograph
belirgin olarak farklı olmak
secern
birbirinden farklı
several
dağlar kadar farklı
as different as chalk and cheese
fark
contradistinction
fark
odds

Tom is well aware of the odds. - Tom ihtimallerin farkındadır.

fark
difference, disparity; distinction; discrepancy; contrast
fark
variation
fark
differentiation
fark
cachet
fark
disproportion
fark
division
farklı olarak
in contradistinction for
formu farklı kaydet
(Bilgisayar) save form as
formu farklı yayımla
(Bilgisayar) publish form as
herzamankinden farklı bir şey yemek
give oneself a treat
herzamankinden farklı davranmak
be off one's beat
odalarının seviyeleri farklı ev
split level house
oldukça farklı
a long way off
pek farklı değil
little less than
seviye farklı
difference in elevation
soyundan farklı özellikler gösteren canlı
sport
tamamen farklı olarak
disparately
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف farklı في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

fark
Fuck, as interjection of surprise, etc
fark
To subject a website to a high volume such that the server stops responding. See slashdot effect
التركية - التركية
Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı
Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı: "Vücut ve yüz hatları, giyiniş ve yürüme tarzı çok mu farklı?"- R. H. Karay
FARK
(Osmanlı Dönemi) Başın tepesi, baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer
FARK
(Osmanlı Dönemi) Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme
Farklı olarak
farklıca
fark
Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasını sağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik, başkalık, ayrım
fark
Ayrım
fark
Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasını sağlayan ayrılık, benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik, başkalık, ayrım: "Aralarında sekiz, on yaş fark bulunmasına rağmen, iki akran gibiydiler."- R. N. Güntekin
fark
Çıkarma işleminin sonucu
farklı
المفضلات