etkiye

listen to the pronunciation of etkiye
التركية - الإنجليزية
effect
To make or bring about; to implement

The best way to effect change is to work with existing stakeholders.

A scientific phenomenon, usually named after its discoverer

Doppler effect.

{n} a thing produced, end, issue, consequence
The physical, functional, or psychological outcome, event, or consequence that results from specific military or non-military actions
The effect of one thing on another is the change that the first thing causes in the second thing. Parents worry about the effect of music on their adolescent's behavior Even minor head injuries can cause long-lasting psychological effects
If you say that someone is doing something for effect, you mean that they are doing it in order to impress people and to draw attention to themselves. The Cockney accent was put on for effect
A biological change caused by an exposure
The state of being binding and enforceable, as in a rule, policy, or law
the central meaning or theme of a speech or literary work a symptom caused by an illness or a drug; "the effects of sleep loss"; "the effect of the anesthetic"
an outward appearance; "he made a good impression"; "I wanted to create an impression of success"; "she retained that bold effect in her reproductions of the original painting"
like impact is a synonym for outcome although impact is somewhat more direct than an effect Both terms are commonly used, but neither is a technical term For precision, Treasury Board Secretariat recommends that outcome be used instead of effect
Consequence intended; purpose; meaning; general intent; with to
result produced by an action
How changing the settings of a factor changes the response The effect of a single factor is also called a main effect Note: For a factor A with two levels, scaled so that low = -1 and high = +1, the effect of A is estimated by subtracting the average response when A is -1 from the average response when A = +1 and dividing the result by 2 (division by 2 is needed because the -1 level is 2 scaled units away from the +1 level)
the central meaning or theme of a speech or literary work
What results after an action has been taken; the expected or predicted impact when an action is to be taken or is proposed
cause and effect: see cause. to make something happen. Compton effect domino effect Doppler effect greenhouse effect Hall effect Josephson effect Magnus effect photoelectric effect photovoltaic effect sound effect Zeeman effect
act so as to bring into existence; "effect a change"
An outcome that can be said to be at least partially the result of an intervention rather than caused by other intervening factors
{i} result, outcome; influence; impact; gimmick, trick; natural phenomenon
etki
effect

The uncertainty about the weather has had a definite effect upon the Englishman's character. - Hava hakkındaki belirsizlik İngilizlerin karakterlerinde belirli bir etkiye sahiptir.

Some teachers have a great effect on their students. - Bazı öğretmenler, öğrencilerinin üzerinde büyük bir etkiye sahiptirler.

etki
influence

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız alışkanlıklarını etkiledi.

That was probably what influenced their decision. - Onların kararını etkileyen muhtemelen oydu.

etki
impression

He made a good impression. - O iyi bir etki yaptı.

Today's Beijing has given me a very deep impression and aroused my curiosity. - Bugünün Pekin'i bende çok derin bir etki bıraktı ve merakımı uyandırdı.

etki
impact

The impact of science on society is great. - Toplum üzerinde bilimin etkisi büyüktür.

They have no impact on the environment. - Onların çevre üzerinde herhangi bir etkisi yok.

etki
{i} action

Poverty is not an accident. Like slavery and apartheid, it is man-made and can be removed by the actions of human beings. - Yoksulluk tesadüf değildir. Kölelik ve apartheid gibi insan ürünüdür ve insan etkinlikleriyle ortadan kaldırılabilir.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

etki
affect

His speech deeply affected the audience. - Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.

The event affected his future. - Olay onun geleceğini etkiledi.

etki
force

Persuasion is often more effectual than force. - İkna genellikle zorlamaktan daha etkilidir.

etki
{i} bearing
etki
{i} purchase
etki
{i} effectiveness

Many fear that cuts in the defense budget will undermine the military's effectiveness. - Birçokları, savunma bütçesindeki kesintilerin ordunun etkinliğini baltalayacağından korkuyorlar.

etki
act on
etki
incidence
etki
(Kimya) act upon
etki
(Gıda) stimulant
etki
impulse
etki
(İnşaat) bias
etki
(İnşaat) exposure
etki
(Ticaret) personal power
etki
act

Does the medicine act quickly? - İlaç çabuk etki eder mi?

Exporting is a commercial activity which transcends borders. - İhracaat sınırları aşan ticari bir etkinliktir.

etki
repercussion

No one correctly predicted the repercussions of these policies. - Hiç kimse bu politikaların etkilerini doğru bir şekilde öngöremedi.

I don't think you understand the repercussions your actions have caused. - Hareketlerinin neden olduğu etkileri anladığını sanmıyorum.

etki
penetration
kimyevi etkiye maruz bırakma
entreating
etki
{i} virtue
etki
sound

Tom sounds impressed. - Tom etkilenmiş görünüyor.

etki
pull

The bus driver was not impressed when Tom pulled out a $50 note to pay his fare. - Otobüs şoförü, Tom'un bilet ücreti için elli dolar uzatmasından etkilenmedi.

etki
punch
etki
power
etki
stress

Tom's stressful job is having a detrimental effect on his health. - Tom'un stresli işi sağlığı üzerinde zararlı bir etkiye sahiptir.

Stress balls are very effective. - Stres topları çok etkilidir.

etki
mark

The stock market crash of October 1987 in New York is still vividly remembered. - New York'ta Ekim 1987 borsa krizi hâlâ etkili bir şekilde hatırlanmaktadır.

etki
ring
etki
{i} reflection
etki
domain of
etki
activity

Exporting is a commercial activity which transcends borders. - İhracaat sınırları aşan ticari bir etkinliktir.

What activity do you spend most of your time doing? - Zamanının çoğunu hangi etkinliği yaparak geçirirsin?

etki
efficacy
etki
effect, action; impact; impression; influence, clout
etki
jolt
etki
forcefulness
etki
drag
etki
drift
etki
interest

Mrs. Tanaka, the new teacher, is offering Japanese as an extra curricular activity twice a week to interested students. - Bayan Tanaka, yeni öğretmen, Japoncayı haftada iki kez ilgili öğrencilerine müfredat dışı etkinlik olarak öneriyor.

We want to make learning effective, interesting, and fascinating. - Biz öğrenmeyi, etkili, ilginç ve etkileyici yapmak istiyoruz.

etki
point
etki
clout
etki
imprint
etki
leaven
etki
reflexion
etki
impress

Whenever I visited the island, I was impressed with the beauty of nature. - Adayı her ziyaret edişimde, doğanın güzelliğinden etkilendim.

The exhibition was very impressive. - Sergi çok etkileyiciydi.

etki
efficiency
etki
(Hukuk) effect, force, impact
etki
effect, influence
etki
potency
etki
hold

Nancy has a hold on her husband. - Nancy'nin kocası üzerinde bir etkisi var.

etki
{i} sway
etki
leavening
etki
{i} weight

Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain. - Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.

etki
{i} stamp
التركية - التركية

تعريف etkiye في التركية التركية القاموس.

etki
Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir
etki
Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim: "Sustu, istediği etkiyi tam olarak yapmak için olmalıydı bu."- T. Buğra
Etki
(Hukuk) TESİR
Etki
dahiye
Etki
yardım
etki
Büyü, tılsım
etki
Bir etken veya bir sebebin sonucu
etki
Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim
etki
Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir: "Bu etki, genç kuşak konservatuvar mezunlarında yerini daha doğal bir Türkçeye bırakıyor."- H. Taner
etki
(Osmanlı Dönemi) tesir
etkiye
المفضلات