etkisiyle

listen to the pronunciation of etkisiyle
التركية - الإنجليزية
influence
An element believed to determine someone's character or individual tendencies, caused by the position of the stars and planets at the time of one's birth
induce into action by using one's charm; "She charmed him into giving her all his money"
Induction
is the process by which one party attempts to modify the behaviour of others by mobilising power resources
something that can be exercised by both powerful and powerless people In the former case, you exercise your influence by championing a new idea fervently in order to get it accepted In the latter case, you exercise your influence by proposing a new idea with enthusiasm in order to make sure it's not going to get adopted (Also, see POWER)
An action exerted by a person or thing with such power on another to cause change
A flowing in or upon; influx
a power to affect persons or events especially power based on prestige etc; "used her parents' influence to get the job"
To have an influence on people or situations means to affect what they do or what happens. Van Gogh had a major influence on the development of modern painting
A person or thing exerting such power or action
reputation; acknowledged ascendency; as, he is a man of influence in the community
A message m is influenced by a server s iff the sending of m causally depends on some message sent by s In an execution e, server a is influenced by the set of servers S iff for each s in S there exists a message m received by a that was influenced by s [2]
The exercise of power through a process of persuasion Informal norms 61 Norms that generally are understood but are not precisely recorded (See 356)
To have an effect upon something or someone
Exert influence
causing something without any direct or apparent effort a power to affect persons or events especially power based on prestige etc; "used her parents' influence to get the job"
If someone or something influences a person or situation, they have an effect on that person's behaviour or that situation. We became the best of friends and he influenced me deeply They still influence what's played on the radio
have and exert influence or effect; "The artist's work influenced the young painter"; "She worked on her friends to support the political candidate"
Our words and actions inevitably affect others Influence is using them to get a win- win in the present It can be premeditated or spontaneous It is universal and is the purpose of any interaction
etki
effect

His speech was an effective apology for the Government's policies. - Onun konuşması Hükümetin politikalarıyla ilgili etkili bir özürdü.

The uncertainty about the weather has had a definite effect upon the Englishman's character. - Hava hakkındaki belirsizlik İngilizlerin karakterlerinde belirli bir etkiye sahiptir.

etki
influence

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız alışkanlıklarını etkiledi.

etki
impression

That day left a deep impression on me. - O gün bende derin bir etki bıraktı.

I was young and impressionable at that time. - O zamanlar genç ve kolay etkilenendim.

etki
impact

They have no impact on the environment. - Onların çevre üzerinde herhangi bir etkisi yok.

The impact of science on society is great. - Toplum üzerinde bilimin etkisi büyüktür.

etki
{i} action

Poverty is not an accident. Like slavery and apartheid, it is man-made and can be removed by the actions of human beings. - Yoksulluk tesadüf değildir. Kölelik ve apartheid gibi insan ürünüdür ve insan etkinlikleriyle ortadan kaldırılabilir.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

etki
affect

Worry affected his health. - Endişe onun sağlığını etkiledi.

The problem affects the prestige of our school. - Sorun bizim okulun prestiji etkiler.

etki
force

Persuasion is often more effectual than force. - İkna genellikle zorlamaktan daha etkilidir.

etki
{i} bearing
etki
{i} purchase
etki
{i} effectiveness

Many fear that cuts in the defense budget will undermine the military's effectiveness. - Birçokları, savunma bütçesindeki kesintilerin ordunun etkinliğini baltalayacağından korkuyorlar.

etki
act on
etki
incidence
etki
(Kimya) act upon
etki
(Gıda) stimulant
etki
impulse
etki
(İnşaat) bias
etki
(İnşaat) exposure
etki
(Ticaret) personal power
etki
act

What activity do you spend most of your time doing? - Zamanının çoğunu hangi etkinliği yaparak geçirirsin?

What's your favorite activity? - Senin gözde etkinliğin nedir?

etki
repercussion

No one correctly predicted the repercussions of these policies. - Hiç kimse bu politikaların etkilerini doğru bir şekilde öngöremedi.

I don't think you understand the repercussions your actions have caused. - Hareketlerinin neden olduğu etkileri anladığını sanmıyorum.

etki
penetration
etki
{i} virtue
etki
sound

Tom sounds impressed. - Tom etkilenmiş görünüyor.

etki
pull

The bus driver was not impressed when Tom pulled out a $50 note to pay his fare. - Otobüs şoförü, Tom'un bilet ücreti için elli dolar uzatmasından etkilenmedi.

etki
punch
etki
power
etki
stress

Stress can have an enormous negative impact on your health. - Stresin sağlığınız üzerinde çok büyük olumsuz etkisi olabilir.

Tom's stressful job is having a detrimental effect on his health. - Tom'un stresli işi sağlığı üzerinde zararlı bir etkiye sahiptir.

etki
mark

The stock market crash of October 1987 in New York is still vividly remembered. - New York'ta Ekim 1987 borsa krizi hâlâ etkili bir şekilde hatırlanmaktadır.

etki
ring
etki
{i} reflection
etki
domain of
etki
activity

What's your favorite winter activity? - Favori kış etkinliğin nedir?

What's your favorite activity? - Senin gözde etkinliğin nedir?

dürtü etkisiyle
compulsively

You complain compulsively. - Sen dürtü etkisiyle şikayet ediyorsun.

Tom compulsively writes sentences every day. - Tom dürtü etkisiyle her gün cümleler yazar.

dürtü etkisiyle yapılan
compulsive
esrarın etkisiyle görülen hayal
pipe dream
etki
efficacy
etki
effect, action; impact; impression; influence, clout
etki
jolt
etki
forcefulness
etki
drag
etki
drift
etki
interest

We want to make learning effective, interesting, and fascinating. - Biz öğrenmeyi, etkili, ilginç ve etkileyici yapmak istiyoruz.

Mrs. Tanaka, the new teacher, is offering Japanese as an extra curricular activity twice a week to interested students. - Bayan Tanaka, yeni öğretmen, Japoncayı haftada iki kez ilgili öğrencilerine müfredat dışı etkinlik olarak öneriyor.

etki
point
etki
clout
etki
imprint
etki
leaven
etki
reflexion
etki
impress

The exhibition was very impressive. - Sergi çok etkileyiciydi.

Whenever I visited the island, I was impressed with the beauty of nature. - Adayı her ziyaret edişimde, doğanın güzelliğinden etkilendim.

etki
efficiency
etki
(Hukuk) effect, force, impact
etki
effect, influence
etki
potency
etki
hold

Nancy has a hold on her husband. - Nancy'nin kocası üzerinde bir etkisi var.

etki
{i} sway
etki
leavening
etki
{i} weight

Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain. - Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.

etki
{i} stamp
içkinin etkisiyle rahatsız olmak
hang over
içkinin etkisiyle yapılan
drunken
uyuşturucu etkisiyle uçma
mind-blowing
التركية - التركية

تعريف etkisiyle في التركية التركية القاموس.

etki
Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir
etki
Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim: "Sustu, istediği etkiyi tam olarak yapmak için olmalıydı bu."- T. Buğra
Etki
(Hukuk) TESİR
Etki
dahiye
Etki
yardım
etki
Büyü, tılsım
etki
Bir etken veya bir sebebin sonucu
etki
Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim
etki
Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir: "Bu etki, genç kuşak konservatuvar mezunlarında yerini daha doğal bir Türkçeye bırakıyor."- H. Taner
etki
(Osmanlı Dönemi) tesir
etkisiyle
المفضلات