endişeye

listen to the pronunciation of endişeye
التركية - الإنجليزية
disquiet
Want of quiet; want of tranquility in body or mind; uneasiness; restlessness; disturbance; anxiety

The lady exhibited disquiet of mind. In other words, she'd gone a bit mad.

{v} to disturb, trouble, vex, fret, ruffle
{n} uneasiness
to deprive of peace or tranquillity
{f} cause worry, make uneasy, disturb
the trait of seeming ill at ease
Make (someone) worried or anxious
disturb in mind or make uneasy or cause to be worried or alarmed; "She was rather perturbed by the news that her father was seriously ill"
Deprived of quiet; impatient; restless; uneasy
{i} anxiety, worry, uneasiness, agitation
a feeling of mild anxiety about possible developments
To render unquiet; to deprive of peace, rest, or tranquility; to make uneasy or restless; to disturb
Disquiet is a feeling of worry or anxiety. There is growing public disquiet about the cost of such policing. = uneasiness
If something disquiets you, it makes you feel anxious. This information disquieted him. + disquieting dis·qui·et·ing He found her letter disquieting. anxiety or unhappiness about something disquiet over/about/at
endişe
apprehension

Their apprehensions were justified. - Onların endişeleri haklı çıktı.

My apprehensions were justified. - Benim endişelerim haklı çıktı.

endişe
{i} anxiety

He waited for his son with anxiety. - (O) oğlunu endişeyle bekledi.

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

endişe
concern

I'm concerned about Tom. - Tom hakkında endişeliyim.

Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management. - Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.

endişe
worry

Don't worry. I'll stay with you. - Endişelenme. Ben seninle kalacağım.

Many people worry about paying their bills. - Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.

endişeye düşürmek
to fret
endişe
{i} suspense
endişe
{i} fret

Don't fret too much, okay? - Çok fazla endişelenme, tamam mı?

endişe
anxiety, worry, concern, solicitude, care, apprehension; doubt; fear
endişe
angst
endişe
perturbation
endişe
fears
endişe
{i} stew
endişe
distress
endişe
fear

How serious is Tom's sickness? - We should fear the worst. - Tom'un hastalığı ne kadar ciddi? En kötü ihtimalmiş gibi endişelenmeliyiz.

The child's fear worried the parents. - Çocuğun korkusu ebeveynlerini endişelendirdi.

endişe
qualm

Tom had no qualms at all about speaking in front of such a large audience. - Tom'un böylesine büyük bir izleyicinin önünde konuşma hakkında hiç endişesi yoktu.

endişe
apprehensiveness
endişe
solicitude
endişe
inquietude
endişe
preoccupation
endişe
anxiousness
endişe
disquietude
endişe
scruple
endişe
care

Cares and worries were pervasive in her mind. - Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.

She cares for her sick mother. - O, hasta annesi için endişe ediyor.

endişe
disturbance
endişe
uneasiness
endişe
agitation
endişe
doubt
endişe
disquiet

This is deeply disquieting. - Bu çok endişe verici.

endişe
bugbear
endişe
worriment
التركية - التركية

تعريف endişeye في التركية التركية القاموس.

ENDİŞE
(Osmanlı Dönemi) f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu
endişe
Korku
endişe
Tasa, kaygı: "Bütün çehrelere hemen bir durgunluk, hüzün, endişe çökerdi."- R. H. Karay
endişe
Düşünce
endişe
Kuşku
endişe
Tasa, kaygı; kuşku, korku
endişeye
المفضلات