elbiseli

listen to the pronunciation of elbiseli
التركية - الإنجليزية
suited
meant or adapted for an occasion or use; "a tractor suitable (or fit) for heavy duty"; "not an appropriate (or fit) time for flippancy"
outfitted or supplied with clothing; "recruits suited in green
Simple past and past participle of to suit
{s} appropriate, suitable, fitting
If something is well suited to a particular purpose, it is right or appropriate for that purpose. If someone is well suited to a particular job, they are right or appropriate for that job. The area is well suited to road cycling as well as off-road riding Satellites are uniquely suited to provide this information
outfitted or supplied with clothing; "recruits suited in green"
elbise
clothes

Take your clothes off, please. - Lütfen elbiselerinizi çıkarınız.

I put the rest of your clothes in the laundry. - Elbiselerinin geriye kalanını çamaşırhaneye koydum.

elbise
dress

The girl dressed in white is his fiancée. - Beyaz elbiseli kız onun nişanlısı.

Your hat matches your dress marvellously. - Şapkan elbisenle oldukça uyumlu.

elbise
garment

I can't find my garment bag. - Elbise çantamı bulamıyorum.

elbise
{i} suit

That suit has an expensive look. - O elbise pahalı bir görünüme sahip.

Where did you have your new suit made? - Yeni takım elbiseni nerede yaptırdın?

elbise
garb
elbise
attire
elbise
robe

He was wearing long robes. - Uzun elbiseler giymişti.

Mary slipped off her robe and got into the shower. - Mary elbisesini çıkardı ve duşa girdi.

elbise
{i} gown

Life is a magnificent gown full of lice. - Yaşam, bitlerle dolu harika bir elbisedir.

I'm looking forward to seeing you in your cap and gown. - Şapkan ve elbisen içinde seni görmeye can atıyorum.

elbise
cloth

I put the rest of your clothes in the laundry. - Elbiselerinin geriye kalanını çamaşırhaneye koydum.

Tom put away his clothes. - Tom elbiselerini yerine koydu.

elbise
{i} habit
elbise
frock
elbise
clothe

Mary does not let her sister borrow her clothes. - Mary, kız kardeşinin elbiselerini ödünç almasına izin vermez.

I put the rest of your clothes in the laundry. - Elbiselerinin geriye kalanını çamaşırhaneye koydum.

elbise
togs
elbise
habiliment
elbise
wear

Hiromi is wearing a new dress. - Hiromi yeni bir elbise giyiyor.

That red tie doesn't go with your suit. Why don't you wear the green one? - O kırmızı kravat takım elbisene uymuyor-Niçin yeşil olanını takmıyorsun?

elbise
bib and tucker
elbise
tog

The colours of her dress and shoes go well together. - Onun elbisesinin ve ayakkabısının renkleri birlikte iyi gidiyor.

This hat goes together with the dress. - Bu şapka elbiseye uyuyor.

elbise
a suit
elbise
clothing

There's no bad weather, there's bad clothing. - Kötü hava yoktur, kötü elbise vardır.

She's destroying her clothing. - O, elbisesini mahvediyor.

elbise
tire

I came home very tired and with greasy clothes. - Eve yağlı elbiselerle çok yorgun olarak geldim.

elbise
toggery
elbise
(woman's) dress: Yeni elbisen güzel. Your new dress is pretty
elbise
dress, frock; clothes, garment, togs
elbise
raiment
elbise
apparel
elbise
(an) article of clothing, garment
elbise
costume

She wore a pirate costume for Halloween. - Cadılar bayramı için bir korsan elbisesi giydi.

elbise
toilette
elbise
dud
elbise
duds
elbise
caparison
kadın elbiseli erkeğin yaptığı şov
drag show
kadın elbiseli eşcinsel
drag queen
resmi elbiseli araba uşağı
tiger
siyah takım elbiseli
black suited
التركية - التركية
Elbisesi olan, giyinik
Elbise
(Osmanlı Dönemi) KİSVET
Elbise
(Osmanlı Dönemi) FİRAZ
elbise
Giysi: "Bayram sabahlarında yeni elbiseler karşısında çocuk heyecanları duyuyorum."- S. F. Abasıyanık
elbise
Giysi
elbiseli
المفضلات